Doğayla Dost
Yeni Bir Uygarlık Tercih Değil, Zorunluluktur!
Toplumsal gelişmenin her evresine, o
evrenin ayırt edici karakterinin şekillendirdiği egemen bir akıl yön verir. Son
beş yüz yıldır devam eden evre için de bu geçerlidir. Ama önemli bir farkla: Uygarlığın
lokomotifi bu defa enerjisini sürekli büyümeye hüküm giymiş bir üretim-tüketim
döngüsünden alıyor. Bu nedenle yarattığı değişimin olumsuz sonuçlarıyla
öncekilerden ayrılıyor.
Tüketim hızının, doğanın yenilenme
hızını aşalı neredeyse yarım asır oldu. Gerçekte ayrılmaz bir parçası olduğumuz
doğa, insan ömrü ölçü alındığında belki yavaş, ama kendi çevrimsel döngüleri
ölçü alındığında oldukça hızlı biçimde can veriyor. Birlikte can veriyoruz!
Egemen akıl, evrensel olarak fırsatını
bulduğu her yerde, doğaya ve önünde engel gördüğü kazanılmış haklara değişik
biçim ve tonlarda saldırıyor; onları kendi gereksinimine göre budayıp
şekillendiriyor.
Başka türlü yapamıyor! Çünkü daha fazla büyümek, bunun için daha
fazla üretmek, her ikisi için de daha fazla tüketmek ve tükettirmek zorunda!
Halen süren 2008 küresel ekonomik krizi
en yakın ve açıklayıcı örnek olarak bu kısırdöngünün bir sonucudur. Dört yıldan
fazla zamandır üstesinden gelinemedi. Çünkü aynı kısır döngü fazla seçenek tanımıyor.
Yakın geçmişten biliyoruz: Ya mevcut yıkılıp yeniden yapılacak, ya da
tüketilecek bakir alanlar bulunacak! Ya yeni savaşlar çıkartılacak, ya da
ihtiyaç olmayan yeni ihtiyaçlar yaratılacak! Ya kırk katır! Ya kırk satır! Yetmediğinde
ikisi birden!
Sorun şu ki bilinenlerin tekrarında bu
kez aşılmaz engeller var. Üçüncü bir savaşın bedeli getirisinden ağır olabilir,
bakir alanlar tükendi. Uygarlığın eriştiği büyüklükle tükenen kaynaklar
arasındaki çelişki daha fazla büyümenin önünde engel. Egemen aklın burnu
doğrultusunda geliştirmeye çalıştığı her çözüm sorunu ağırlaştırmaktan öte bir
işe yaramıyor.
Bütün veriler, mevcut aklın rehberliğine
acilen son verilmesini ve uygarlıkta bir makas değişimini talep ediyor. Aksi
halde iklim değişikliği ve biyo çeşitliliğin azalması gibi artık yadsınamayan
göstergelerin işaret ettiği ekolojik kriz daha da derinleşecek, sonrasında
canlı yaşamın sorgulanacağı belli olan geri dönülmez bir eşik aşılacaktır.
Bu gidişe dur dememiz, insanla doğanın
birlikte sürdürülebilir evrimini mümkün kılan doğa dostu bir uygarlığı, ona yol
gösterecek aklı yaratmamız gerekiyor.
Bunu başarmak, doğanın yıkımına ket
vurma mücadeleleriyle hak mücadelelerini birleştirmek, doğacak sinerjiyle mücadele
sürecini yeni uygarlığın evrensel bilincinin çoğaldığı, kültürünün yeşerdiği döl
yatağına dönüştürmek mümkün!
Bütünü
Görmek ve Ona Yönelmek
Hakların gaspına ve doğanın tahribine
yönelmiş girişimler aynı aklın ürünü tek merkezli bir saldırının iki farklı
yüzüdür. Bu nedenle ekolojik mücadelelerle, hak mücadelelerinin doğa dostu yeni
bir uygarlık hedefiyle aynı eksende örgütlenmesi ve yürütülmesi gerçek ve
kalıcı çözümlere ulaşmak isteyenler için bir zorunluluktur.
Ancak
böylesi bir mücadele anlayışla ayrıntılar, mevcudu bir başka biçimde yeniden
üretmenin değil, bütünü daha iyi anlamanın ve anlatmanın, egemen aklı
sergilemenin, kendi seçeneğimizi geliştirmenin araçlarına dönüşürler.
Evrensel haklardan “üstün kamu yararı”, “verimlilik”
ve “rasyonellik” adına vazgeçilebileceğinin
tartışmasız kabullenildiği, tersi durumun “oyunbozanlık”
ilan edildiği, doğaya yönelik yıkım arzusunun “koruma-kullanma” dengesini sağlama adı altında yürürlüğe sokulmaya
çalışıldığı günlerde, kararlılık ve mücadeleyi yeni
bir uygarlık perspektifiyle sürdürmek her zamankinden fazla önem taşıyor.
Çünkü bugün, hiçbir şeyin
değişmeyeceğine dair inanç hiç olmadığı kadar katı bir kurala, her haklı
itirazın daha en başından önünü kesen etkili bir güce dönüşmüş durumda. Kırılması
gerekiyor!
Gündelik kaygıların peşinde koşmaktan
yorgun düşmüş, gelecek umutları körelmiş geniş yığınların üstüne “ölü toprağı” serpili. Umut aşılamak,
hayatlarının kendilerine ait olacağı daha kaliteli bir yaşam tarzını, doğayla barış
içinde elele kurabileceklerini göstermek, onları ölüm uykusundan uyandırmak
gerekiyor!
Bu doğrultuda küçük de olsa bir başarıya,
olumlu bir örneğe ihtiyacımız var!
“Yerinden
Yönetim Hakkı” Korunmadan “Tabiat ve Biyolojik Çeşitlilik” de Korunamaz!
Halktan sır gibi saklanan “Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun
ve Kanun Hükmündeki Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı" nihayet 8 Ekim’de Meclise sunuldu. Egemen akıl, çeşit çeşit
gerekçe ve kılıf ardında ne pahasına olursa olsun evrensel bir hak olan “yerinden yönetim hakkı”nı gasp etmek
istiyor.
İlgili komisyondan geçerek meclis
gündeminde bekleyen bir başka yasa tasarısı daha var: “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı”. “Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanması
ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerimizin yerine
getirilmesi açısından mevcut düzenlemelerdeki eksikliklerin giderilmesi”
gerekçesiyle onca ihmale rağmen yıllarca ayakta kalmayı başarmış koruma
kapsamındaki doğal alanlar işgale hazırlanıyor. Doğayı ve biyo çeşitliliği
hedef alan büyük bir yıkım planı yasalaşmak üzere.
Bu iki tasarının ardında aynı akıl var
ve biriyle cumhuriyet tarihinin en kapsamlı doğa yıkımı başlatılarak Anadolu’nun
en bakir alanları “kentsel dönüşüm”e
açılmak istenirken, diğeriyle “mücavir
alan”lara yönelik benzer bir plan yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Olası
karşı çıkışların önünü almak, direniş merkezlerinin oluşumunu önlemek için de çoğunluğu
bu alanlarda bulunan yerel yönetim birimleri kapatılmak, yığınların elinden “yerinden yönetim hakları” alınmak
isteniyor.
Bu iki yasa tasarısına karşı, ayrı
mecralarda farklı mücadele başlıklarıyla değil, tek başlıkla yekvücut bir
mücadeleyi örgütlemek ve egemen aklın karşısına doğa dostu bir başka aklı
dikmek acil müdahale gerektiren bir konu olduğu kadar, bizleri artık toplumsal
bir gereksinime dönüşmüş başarılı örneğe taşıyacak bir ilk adım da olabilir.
Alpaslan Aydın