Sayfalar

19 Ekim 2012 Cuma

EGEMEN AKLA KARŞI MÜCADELE PERSPEKTİFİ ÜZERİNE

Doğayla Dost Yeni Bir Uygarlık Tercih Değil, Zorunluluktur!

Toplumsal gelişmenin her evresine, o evrenin ayırt edici karakterinin şekillendirdiği egemen bir akıl yön verir. Son beş yüz yıldır devam eden evre için de bu geçerlidir. Ama önemli bir farkla: Uygarlığın lokomotifi bu defa enerjisini sürekli büyümeye hüküm giymiş bir üretim-tüketim döngüsünden alıyor. Bu nedenle yarattığı değişimin olumsuz sonuçlarıyla öncekilerden ayrılıyor.

Tüketim hızının, doğanın yenilenme hızını aşalı neredeyse yarım asır oldu. Gerçekte ayrılmaz bir parçası olduğumuz doğa, insan ömrü ölçü alındığında belki yavaş, ama kendi çevrimsel döngüleri ölçü alındığında oldukça hızlı biçimde can veriyor. Birlikte can veriyoruz!  

Egemen akıl, evrensel olarak fırsatını bulduğu her yerde, doğaya ve önünde engel gördüğü kazanılmış haklara değişik biçim ve tonlarda saldırıyor; onları kendi gereksinimine göre budayıp şekillendiriyor.

Başka türlü yapamıyor! Çünkü daha fazla büyümek, bunun için daha fazla üretmek, her ikisi için de daha fazla tüketmek ve tükettirmek zorunda!

Halen süren 2008 küresel ekonomik krizi en yakın ve açıklayıcı örnek olarak bu kısırdöngünün bir sonucudur. Dört yıldan fazla zamandır üstesinden gelinemedi. Çünkü aynı kısır döngü fazla seçenek tanımıyor. Yakın geçmişten biliyoruz: Ya mevcut yıkılıp yeniden yapılacak, ya da tüketilecek bakir alanlar bulunacak! Ya yeni savaşlar çıkartılacak, ya da ihtiyaç olmayan yeni ihtiyaçlar yaratılacak!  Ya kırk katır! Ya kırk satır! Yetmediğinde ikisi birden!

Sorun şu ki bilinenlerin tekrarında bu kez aşılmaz engeller var. Üçüncü bir savaşın bedeli getirisinden ağır olabilir, bakir alanlar tükendi. Uygarlığın eriştiği büyüklükle tükenen kaynaklar arasındaki çelişki daha fazla büyümenin önünde engel. Egemen aklın burnu doğrultusunda geliştirmeye çalıştığı her çözüm sorunu ağırlaştırmaktan öte bir işe yaramıyor. 

Bütün veriler, mevcut aklın rehberliğine acilen son verilmesini ve uygarlıkta bir makas değişimini talep ediyor. Aksi halde iklim değişikliği ve biyo çeşitliliğin azalması gibi artık yadsınamayan göstergelerin işaret ettiği ekolojik kriz daha da derinleşecek, sonrasında canlı yaşamın sorgulanacağı belli olan geri dönülmez bir eşik aşılacaktır.  

Bu gidişe dur dememiz, insanla doğanın birlikte sürdürülebilir evrimini mümkün kılan doğa dostu bir uygarlığı, ona yol gösterecek aklı yaratmamız gerekiyor.

Bunu başarmak, doğanın yıkımına ket vurma mücadeleleriyle hak mücadelelerini birleştirmek, doğacak sinerjiyle mücadele sürecini yeni uygarlığın evrensel bilincinin çoğaldığı, kültürünün yeşerdiği döl yatağına dönüştürmek mümkün! 

Bütünü Görmek ve Ona Yönelmek

Hakların gaspına ve doğanın tahribine yönelmiş girişimler aynı aklın ürünü tek merkezli bir saldırının iki farklı yüzüdür. Bu nedenle ekolojik mücadelelerle, hak mücadelelerinin doğa dostu yeni bir uygarlık hedefiyle aynı eksende örgütlenmesi ve yürütülmesi gerçek ve kalıcı çözümlere ulaşmak isteyenler için bir zorunluluktur.

 Ancak böylesi bir mücadele anlayışla ayrıntılar, mevcudu bir başka biçimde yeniden üretmenin değil, bütünü daha iyi anlamanın ve anlatmanın, egemen aklı sergilemenin, kendi seçeneğimizi geliştirmenin araçlarına dönüşürler. 

Evrensel haklardan “üstün kamu yararı”, “verimlilik” ve “rasyonellik” adına vazgeçilebileceğinin tartışmasız kabullenildiği, tersi durumun “oyunbozanlık” ilan edildiği, doğaya yönelik yıkım arzusunun “koruma-kullanma” dengesini sağlama adı altında yürürlüğe sokulmaya çalışıldığı günlerde, kararlılık ve mücadeleyi yeni bir uygarlık perspektifiyle sürdürmek her zamankinden fazla önem taşıyor.  

Çünkü bugün, hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair inanç hiç olmadığı kadar katı bir kurala, her haklı itirazın daha en başından önünü kesen etkili bir güce dönüşmüş durumda. Kırılması gerekiyor! 

Gündelik kaygıların peşinde koşmaktan yorgun düşmüş, gelecek umutları körelmiş geniş yığınların üstüne “ölü toprağı” serpili. Umut aşılamak, hayatlarının kendilerine ait olacağı daha kaliteli bir yaşam tarzını, doğayla barış içinde elele kurabileceklerini göstermek, onları ölüm uykusundan uyandırmak gerekiyor! 

Bu doğrultuda küçük de olsa bir başarıya, olumlu bir örneğe ihtiyacımız var!

“Yerinden Yönetim Hakkı” Korunmadan “Tabiat ve Biyolojik Çeşitlilik” de Korunamaz!

Halktan sır gibi saklanan “Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmündeki Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" nihayet 8 Ekim’de Meclise sunuldu. Egemen akıl, çeşit çeşit gerekçe ve kılıf ardında ne pahasına olursa olsun evrensel bir hak olan “yerinden yönetim hakkı”nı gasp etmek istiyor.

İlgili komisyondan geçerek meclis gündeminde bekleyen bir başka yasa tasarısı daha var: “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı”. “Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanması ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerimizin yerine getirilmesi açısından mevcut düzenlemelerdeki eksikliklerin giderilmesi” gerekçesiyle onca ihmale rağmen yıllarca ayakta kalmayı başarmış koruma kapsamındaki doğal alanlar işgale hazırlanıyor. Doğayı ve biyo çeşitliliği hedef alan büyük bir yıkım planı yasalaşmak üzere.
 
Bu iki tasarının ardında aynı akıl var ve biriyle cumhuriyet tarihinin en kapsamlı doğa yıkımı başlatılarak Anadolu’nun en bakir alanları “kentsel dönüşüm”e açılmak istenirken, diğeriyle “mücavir alan”lara yönelik benzer bir plan yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Olası karşı çıkışların önünü almak, direniş merkezlerinin oluşumunu önlemek için de çoğunluğu bu alanlarda bulunan yerel yönetim birimleri kapatılmak, yığınların elinden “yerinden yönetim hakları” alınmak isteniyor.
 
Bu iki yasa tasarısına karşı, ayrı mecralarda farklı mücadele başlıklarıyla değil, tek başlıkla yekvücut bir mücadeleyi örgütlemek ve egemen aklın karşısına doğa dostu bir başka aklı dikmek acil müdahale gerektiren bir konu olduğu kadar, bizleri artık toplumsal bir gereksinime dönüşmüş başarılı örneğe taşıyacak bir ilk adım da olabilir.

 
Alpaslan Aydın

17 Ekim 2012 Çarşamba

Farkında mıyız? Azmak yok oluyor !

 

 
Yıllardır şiirler yazdık, fotoğraflar çektik. Ördeklere ekmek atmaya, yalıçapkınlarını seyretmeye doyamadık. Sazların arasında, taşların üzerinde güneşlenen kaplumbağalar, suyun içinde salınan upuzun yosunlar çok muhteşemdi. Hiç göremesek de su samurunun varlığını hissetmek bizi mutlu etti.
Azmağın güzellikleri saymakla bitmezdi. Ama Azmak bitiyor. O güzellikler bitiyor, fotoğraflarda sabitlenmiş güzel anlar kalıyor Azmaktan geriye. Bir kısmını Azmak kenarında sergiliyoruz o fotoğrafların. Neyse ki arşivlerimizde bol miktarda var, yok ettiklerimizin yerine fotoğraflarını koyabiliyoruz hiç değilse. Azmak bir resim galerisine dönüşüyor. Ne kadar güzel olsa da fotoğraflar, doğal hissi uyandırmayan bir eğlence parkına dönüştürüyoruz Azmağı.

Çünkü tüketmeye doyamıyoruz. Güya farkındaydık o hassas güzellikleri çok iyi korumamız gerektiğinin, onların bize çocuklarımızın emaneti olduklarının. Devletimiz de Özel Çevre Koruma Alanı ilan etmişti zaten tüm bölgeyi. Sayısız kanun, kural, yönetmelik vardı; yöneticilerimiz sayısız sözler vermişti; sayısız projeler yapmıştık korumak için onu.
 
Ama başaramadık. Hırslarımıza yenik düştük. Dünyanın göz bebeği olduğunu herkese gururla anlattığımız o doğa harikasını korumak için hiçbir sorumluluğumuzu yerine getirmedik. Galiba samimi değildik. Ya da çok cahildik. Sanki her vurduğumuz darbeden sonra hiçbir şey olmamış gibi kendini yenilemiş olarak tekrar o eski güzelliğini bize cömertçe sunacağını düşünüyorduk. Kazmalar elimizde sazları kökledik, iş makineleri ile altını üstüne getirdik, o güzelim canlıların yuvalarını bozduk, yaktık, yolduk, doldurduk. Her geçen gün yaşam alanlarını biraz daha daralttık.

Çünkü para getiriyordu Azmağın altı, üstü, kenarı. Ama bitiyor işte. Artık Azmağın parıltısı, renkleri soluyor. O doyamadığımız canlılar alemi sessiz çığlıklar atarak yok oluyor. Duymuyoruz. Çok yakında sadece fotoğrafları para edecek. Birlikte yaşamayı beceremedik.
 
Sahip olmanın boş gururu bizi nereye kadar götürebilir ki? Bir dünya mirasına sahip olmanın sorumluluğunu yerine getiremedikten sonra… Boş gururumuz gelecek nesillerin emanetini onlara ulaştıramamanın utancına dönüşmek üzere. Hem de sonsuza kadar taşıyacağımız bir utanç. “Cennet Akyakalı” olma gururumuzla yüzleşme zamanı. Emaneti koruyacak mıyız, yoksa Akyaka henüz doğmamış çocuklarımızdan çaldığımız bir cennet olarak mı hatırlanacak?

 
ARTIK SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEYİZ
BUGÜN ! BİRLİKTE KARAR VERECEĞİZ !


Tüm Akyakalıları 20 Kasım 2012'de Azmak'ta Doğal Yaşam Yok Olmasın  Sempozyumuna bekliyoruz.
Akyaka Yerel Yönetim Platformu

Azmak Kıyı Bandı Projesi Hakkındaki Dilekçeye Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün Cevabı

Akyaka Yerel Yönetim Platformu Azmak Çalışma Grubunun çalışmaları çerçevesinde, 28 Eylül 2012'de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne Akyaka Belediyesinin yürüttüğü Azmak Kıyı Bandı Peyzaj Projesi ile ilgili verilen dilekçeye gelen cevap aşağıdadır.
 
Belediyenin resmi web sitesinde ilgili kurumun onayı alınarak yürütüldüğü iddia edilen proje hakkında kurumun onayının olup olmadığı sorulmuştu. Kurumun cevabı : MUĞLA ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK İL MÜDÜRLÜĞÜ'NDE KONUYLA İLGİLİ ONAYLI BİR PROJE YOKTUR.  Konu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na sorulmuştur ve cevap beklenmektedir.
 
Aynı konuyla ilgili olarak aynı gün Belediye'ye verilen dilekçenin cevabı ise henüz gelmemiştir. Cevap geldiğinde kamuoyu ile paylaşılacaktır.
 

13 Ekim 2012 Cumartesi

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartını Doğru Okumak

Büyükşehir Yasası ile kapatılması öngörülen beldelerde 14 Ekim'de referanduma gitme kararı alan CHP, bu kararını Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının 5. Maddesine dayandırıyor. Bu yazımda CHP'nin referandum kararını bu madde bağlamında değerlendirmeye çalışacağım. Madde 5 şöyle diyor:
 


Yerel Yönetim Sınırlarının Korunması
Yerel yönetimlerin sınırlarında, mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse bir referandum yoluyla ilgili yerel topluluklara önceden danışılmadan değişiklik yapılamaz.

Büyükşehir Yasasının getirdiği en belirleyici değişiklik, Büyükşehir belediyelerinin sınırını il mülki sınırına genişletmesi. Elbette bu arada 1500'den fazla belde ve 13.000'den fazla köyün tamamen kapatılması öngörülüyor.

Yönetim birimlerinin sınırlarını değiştirmek ve yönetim birimlerini tamamen ortadan kaldırmak farklı düzenlemeler. Tasarı, örneğin CHP'nin referandum yapmayı öngördüğü, tasarı yasalaşırsa kapanacak beldelerden birisi olan Akyaka'nın Ula'ya değil de Yerkesik'e bağlanması gibi bir değişiklik önerisi olsa, Akyaka'nın yerinden yönetim hakkını saklı tutarak Yerkesik ve Ula'nın yönetim sınırlarında değişiklik anlamına gelecekti. Bu değişiklik Madde 5'e göre referandum konusu yapılabilirdi, üstelik de yalnızca Akyaka'da değil, Yerkesik ve Ula'nın tüm merkez, belde ve köylerinde yapılmalıydı, çünkü tüm buralarda yaşayan topluluklar için idari sınırların değiştirilmesi anlamına gelirdi.
 
CHP üzerinde hiç tartışmaya fırsat vermeden Madde 5'in yerel yönetim birimlerinin kapatılmasının da referandum konusu yapılabilmesine izin verdiği şeklinde yorumladı. Bu çok ciddi bir yanlışa işaret ediyor, çünkü Özerklik Şartının 4. maddesinin 3. fıkrasında “kamusal sorumluluklar -genellikle ve tercihen- vatandaşa en yakın olan makamlar tarafından kullanılır” deniliyor. Özerklik Şartı bir bütün olarak yerel yönetimlerin güçlendirilmesini öngörerek hazırlanmıştır ve bu anlamda içinde yer alan maddelerin birbiri ile çelişmesi düşünülemez.

CHP, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartını bir bütün olarak okuyup doğru bir değerlendirme yapsa, Büyükşehir Yasası ile ilgili olarak referandum önerisini farklı bir şekilde getirebilirdi. Örneğin pakette yer alan, yeni ilçeler tesis etmek suretiyle merkeze bağlı köylerin ve beldelerin bu ilçelere bağlanmasını öngören madde makul bir referandum konusu olabilirdi. Elbette ilgili yerel yönetim birimlerinin yerinden yönetim haklarının saklı tutulması koşulu ile. CHP referandumunu bu değişiklikten etkilenecek tüm ilçe, belde ve köylerde yapabilirdi. Ama Büyükşehir Yasa tasarısının bir bütün olarak tamamının, ya da belde belediyelerinin kapatılmasının referandum konusu yapılması abesle iştigaldir ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının 5. Maddesi ile ilgisi yoktur. Bu yüzden diyorum ki:
 
Yerinden yönetim hakkımı elimden alacak  olan Büyükşehir Yasa Tasarısına da, bu evrensel hakkımı oylama konusu yapmaya da hayır !!

Serdar Denktaş

12 Ekim 2012 Cuma

Büyükşehir Referandumu

CHP müthiş bir hızla Büyükşehir Yasası ile belediyesi kapatılacak beldelerde 14 Ekim’de sembolik bir referandum düzenleme kararı aldı. Genel Merkez CHP’li belediye başkanlarını Ankara’ya toplayarak eylem planını aktardı. Başkanlar da beldelerine dönüp çalışmaya başladılar, iki gün sonra sandık kurup belediyelerinin kapanmasını isteyip istemediklerini halka soracaklar.

Belediye Başkanı Sayın Ahmet Çalca, halkın isteği ile kurulmuş Akyaka Belediyesinin, eğer halk büyük çoğunlukla isterse kapanmasının “demokratik” olacağını ima ediyor. Aynen dün CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi.


Demokrasi mücadelesi ancak ilkeler üzerinden yapılabilir. Bir beldede yaşayan herkese mal olmuş yerinden yönetim hakkı ne kadar demokratikse, bu hakkın referandumla tartışmaya açılabileceğini düşünmek de o kadar anti-demokratikdir. Başka bir örnek daha açıklayıcı olabilir. İdam cezasının yeniden getirilmesi için referandum yapılmasını önerenler arada çıkabiliyor. Bu cezanın kaldırılması sürecinde epeyce mücadele verildi, sonunda da cezanın kalkması kararı Mecliste oy çokluğu ile alındı. Böylece ülkemizde insanlar evrensel bir hak olan YAŞAMA HAKKI konusunda yasal güvenceye kavuştu. Bu hak kazanıldıktan sonra artık referandumla idam cezasının geri gelmesini talep etmek abestir. CHP'nin alelacele gündeme getirdiği referandum önerisi  tam da buna benziyor.

Böyle paldır küldür referandum önermek "dostlar demokraside görsün" demekten öteye bir anlam ifade etmiyor. Düşünün ki, Akyakalıların  beş hafta boyunca çalışarak 3841 ıslak imza topladıkları “Büyükşehir Yasasına Hayırkampanyasına yerel yönetimden sorumlu seçilmişlerimiz katılmadılar, Belediyelerinin kapanmasına karşı imza atmadılar !! Üstelik Akyaka Belediyesi, yasa tasarısını kendi bülteninde Akyaka fotoğrafının üzerine "Kapandı" damgası vurarak en ufak bir eleştiride bulunmadan duyurdu. Kaldı ki Belediye Başkanı verdiği demeçlerde de Büyükşehir Yasasına karşı olmadığını sık sık ifade etti. Böyle düşünmek ve davranmak "demokratik" hakkı elbette başkanın. Ama Genel Merkezin çağırısı ile Ankara'ya gidip "merkezin görüşü" doğrultusunda sandığa sembolik hayır oyu atması da  bir o kadar komik. Üstüne bir de Akyaka'da sandık kurup referandum yaparsa komik ötesi, "demokrikomik" bir durum ortaya çıkacak...

CHP’nin bu referandum atağı ile artık paradigma da değişti. Büyükşehir Yasasının vatandaşların yerinden yönetim hakkını ellerinden aldığı için bu yasanın çıkmasına karşı mücadele ederken,  şu an tartıştığımız konu, evrensel bir hakkın (yerinden yönetim hakkının) referandum konusu olup olamayacağı. AKP Büyükşehir tasarısını nasıl hiç tartışılmadan yasalaştırmak istiyorsa, CHP de referandumu aynı şekilde hiç tartışılmadan önümüze getiriyor. Ben her ikisinin de dayatma olduğunu düşünüyorum ve her ikisine de hayır diyorum. CHP, toplumda hiç tartışılmadan çıkartılmak istenen Büyükşehir Yasasına karşı ilkeli bir karşı duruş sergilemeli, diğer muhalefet partileri ve demokrasiden yana sivil toplum örgütleri ile birlikte mücadele etmenin yollarını aramalı.  Bir demokrasi yanlışını başka bir demokrasi yanlışı ile bertaraf ederek daha demokratik olamayız.

Akyakalılar Akyaka’dan yönetilmek istediğini sanırım yeterince duyurdu, Türkiye'ye de, Meclise de, CHP Genel Merkezine de, AB'ye de... Tek bir Akyakalının bile yerinden yönetim hakkını savunuyor olması Akyaka'nın belediye olarak kalması için yeterli gerekçe iken, 3841 ıslak imza ile Akyakalılar bunu çok güçlü bir şekilde ifade ettiler.

Ben bu referandumda açıkça geçersiz oy kullanacağım ve oyumun üzerindeki mesajım şu olacak: "yerinden yönetim hakkımı savunuyorum, bu hakkımın referandum konusu olmasını kabul etmiyorum.”

 
Serdar Denktaş

11 Ekim 2012 Perşembe

6 Ekim 2012 Cumartesi

Akyaka'da 'sakin' direniş

Yeni Asır (Bekir Tosun),  5 Ekim 2012
Muğla'nın büyükşehir statüsüne geçmesi kararına karşı çıkanlardan toplanan imzalar, milletvekillerine ve AB Komisyonu üyelerine gönderilirken yasa tasarısına AK Partili Özden'den destek geldiBEKİR TOSUN (MUĞLA)

Yerel seçimlerde büyükşehir statüsüne geçecek 13 ilden biri olan Muğla'da karara karşı çıkanlar imza kampanyası başlattı. Marmaris Beldibi beldesinden sonra Türkiye'nin "Sakin Şehir" unvanlı 5 yerinden olan Akyaka'da da büyükşehir statüsünü kabul etmeyen vatandaşların topladığı 3 bin 800 imza tüm milletvekillerine ve AB Komisyonu üyelerine gönderildi. 27 Ekim'e kadar yasalaşması beklenen büyükşehir yasa tasarısına bu tepkinin yanı sıra bazı kesimlerden de destek geldi.

'DAHA FAZLA PAY'
AK Parti Muğla Milletvekili Prof. Dr. Yüksel Özden, "Toplam il nüfusu 750 bini aşan 13 ilde sınırları ilin mülki sınırları olacak şekilde büyükşehir belediyeleri kurulacak. Hükümetimizin 2023 yılına ilişkin koyduğu hedeflerin içinde büyükşehir sayısını artırma çalışmaları kapsamında Muğlamız da büyükşehir belediyesi olacak" dedi. Büyükşehir olmanın faydalarına dikkat çeken Özden, "Büyükşehir olmakla birlikte ilçeler tarafından 5-10 yılda yapılması planlanan makro ölçekteki yatırımlar büyükşehir tarafından kısa zamanda gerçekleşecek. Büyükşehir belediyeleri bütçeden daha fazla pay alacak ve daha fazla hizmet üretecek. Belediyecilik faaliyetleri tek elden ve daha koordineli bir şekilde yürütülebilecek. İller daha çok yatırımcıyı çekecek. Bu yatırım, kalkınma hareketleri istihdamı dolayısı ile şehre olan ilgiyi artıracak" diye konuştu.

'BÜTÜNŞEHİRE HAYIR'
CHP Muğla Milletvekili Nurettin Demir ise parti olarak büyükşehire değil, bütünşehire karşı olduklarını belirterek, "Bütünşehir ile köyler ve beldeler mahalle oluyor. Bu da hizmet anlamında büyük risk taşıyor. Muğla farklı ve özel bir il. Muğla merkezden nüfusu büyük Fethiye, Milas ve Bodrum ilçeleri var. Bu ilçelere hizmet nasıl gidecek. Dün Göcek beldesinin ilçe olması ile ilgili TBMM'ye yasa teklifi verdim. Göcek, Ölüdeniz, Turgutreis, Dalyan, Güllük gibi beldeleri dünya ve Türkiye yakından tanıyor. Bu beldelerin statüsünü değiştirmek ve köy olarak görmek son derece yanlış. Çıkacak yasa bu beldeler gibi stratejik öneme sahip yerlerde ayrı bir statü uygulayabilir. En azından turizm kentlerinde bu uygulanabilir" dedi.
Akyaka Belediye Başkanı CHP'li Ahmet Çalca da büyükşehir statüsü ile Akyaka'nın Ula ilçesinin bir mahallesi konumuna geleceğini anlatarak, "Yerinden yönetimlerin sınırlarını değiştirmek uluslararası evrensel hukuka aykırı. Seçimle işbaşına gelen yöneticileri seçenlerin fikirlerinin alınması gerekir. Nasıl ki, Akyaka'nın belediyelik olması için referandum ile halka sorulduysa, kapatılırken de halka sorulmalı ve referandum yapılmalıydı. Biz 2010 yılında 9 köy ve 2 belde bir araya gelerek tek belediye olarak hizmet vermek için İçişleri ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvuru yaptık. Bu başvurumuz askıda kaldı. Gökova gibi biyolojik çeşitliliğin üst seviyede olduğu, turizm ile iç içe, özel mimari yapısı bulunan ve Türkiye'deki 5 sakin şehirden birisi olan Akyaka beldesinin tamamen alan yönetimi gösterilerek Ula ilçesine bağlanmasını doğru bulmuyorum" dedi.

SIKINTI YAŞANIR

MHP Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan ise büyükşehire geçiş sürecinde sıkıntıların yaşanacağını belirterek, "Henüz önümüze gelmiş bir büyükşehir yasa tasarısı yok. Nasıl bir yasa tasarısı ile gelinecek onu da bilmiyoruz. Üç başlıkta konuyu ele almak lazım. Birincisi AK Parti bu konuyu PKK ile Oslo görüşmelerinin ardından gündeme getirdi. Yani PKK'ya Doğu ve Güneydoğu'da rahat hareket etme imkanını sağlayacak. İkincisi, Muğla ekonomisi iki 'T' üzerine kurulu. Birincisi turizm, ikincisi tarım. Tarım hala Muğla'nın en önemli gelir kapısı ve Muğla genelindeki nüfusun yüzde 55'i kırsal kesimde yaşıyor. Tarım arazilerindeki vergiler artacak, tarım yapılamaz hale gelecek. Üçüncüsü, hizmet götürme anlamında sıkıntılar yaşanacak. Fethiye'nin Antalya il sınırından Bodrum'un Turgutreis beldesine kadar gidip gelmek bir gün. Merkezden yarım gün. Bu bölgelere nasıl hizmet götürülecek. Hali hazırda ortada bir büyükşehir yasa taslağı yok. Hükümetin nasıl bir yasa taslağı ile geleceğini de bilmiyoruz. Sadece büyükşehir yapılan illerde değil, tüm illerde nüfusu 2 binin altında kalan beldeler kapatılacak. Bu da büyük sıkıntılara neden olacak" dedi.

AYYP “Büyükşehir Yasasına Hayır” kampanyasını Meclise taşıdı

4-5 Ekim tarihlerinde Akyaka Yerel Yönetim Platformu adına Salihan Yazgaç, Alparslan Aydın ve Serdar Denktaş’tan oluşan çalışma grubu  TBMM’yi ziyaret etti.

Platformun 30 Eylül 2012 tarihine kadar sürdürdüğü “Büyükşehir Yasasına Hayır” kampanyası kapsamında 3841 ıslak imza toplanan dilekçe, meclis başkanlığına, muhalefet partilerinden CHP grup baskanvekili Akif Hamzaçebi, MHP grup başkanvekili Mehmet Şandır ve BDP grup baskanvekili Idris Baluken ve Pervin Buldan'a verildi. Konu üzerinde karşılıklı görüş alışverişinde bulunan AYYP temsilcileri platformun taleplerini muhataplarına ilettiler.

 AYYP temsilcileri görüştükleri başkanvekillerine, 27 Ekim'e kadar iktidar partisinin yasayı çıkartmasını önlemek icin muhalefetin ortak hareket etmesini önerdi. AYYP çalışma grubu, meclisteki muhalefetin elini güçlendirmek icin demokratik kitle örgütlerini, odalari, çevre örgüt ve platformları mecliste düzenlenecek bir basın açıklamasında biraraya getirerek konunun alelacele, halktan kaçırılarak meclisten geçirilmek istenmesine tepkinin dile getirilmesinin örgutlenmesi için de bir çalışma yürüttü.  TMMOB Mimarlar Odasi eski Genel Başkanı Oktay Ekinci ve Şehir Plancıları Odasından Fuat Eraslan'la görüşmeler yapan temsilciler, bu örgütlerin öncülüğünde oluşturulacak bir deklerasyonun sivil toplum örgütlerinin geniş katılımı ile kamuoyuna duyurulmasını önerdi.



Akyaka Yerel Yönetim Platformunun Milletvekillerinden Talepleri:
 

ü Elli beş milyon yurttaşın gündelik yaşamını doğrudan etkileyeceği söylenen bir yasa, ilgili komisyonda tartışılmaya başlamadan önce mutlaka tasarı sahiplerince kamuoyuna açıklanmalı ve halkın tartışma sürecine katılmasına olanak sağlanmalıydı. Halen yürüyen süreç, bu açıdan anti-demokratiktir. Herşeyden önce, tasarı acilen kamuoyu ile paylaşılmalı ve sivil toplum kesimlerinin üzerinde tartışabilmesi ve görüş bildirebilmesi için yeterli süre tanınmalıdır.

ü Tasarı büyükşehir belediye sınırlarını ilgili ilin coğrafi sınırlarına büyütmeyi öngörmekte, böylelikle kaynakların “verimli” ve “rasyonel” kullanımının sağlanacağı ileri sürülmektedir. Karşılığında bini aşkın beldede, on altı bini aşkın köyde, evrensel bir hak olan yerinden yönetim hakkı yok edilmektedir. Oysa kaynakların gereksinim esasına dayalı rasyonel dağılımı, nihayetinde teknik bir sorundur ve yerinden yönetim hakkı ile çelişmez ve ona dokunmadan gerçekleştirilebilir. Mevcut belde belediyeleri yapıları güçlendirilerek korunmalı, kaynaklardan hakkaniyetle yararlanmaları sağlanmalıdır.

ü Köylerin kendilerine yeterli yerel birimler olmaktan çıkarılmasının toplumsal dokuda yaratacağı tahribatın yanında, gelecekte şimdiden kestirilemeyecek ağır ekonomik sonuçları olacaktır. Böylesi bir belirsizlik içinde, gelecekte doğacak olası ekonomik faturanın, tasarının öngördüğü biçimde kaynakların “verimli” kullanılmasıyla elde edilecek kazançtan daha büyük olmayacağını kimse iddia edemez. Bu nedenle köyler kendi kendilerine yeten sosyolojik birimler olarak yaşamaya devam etmelidir.

ü Yerinden yönetim hakkı, yukarıda sıraladığımız nedenlerin yanında, Nisan 2010’da gerçekleştirdikleri bir referandumla Yavaşkent olma sürecini başlatan Akyakalılar için bir kat daha önemlidir. Çünkü Yavaşkent olmanın ilk koşulu, yerel yönetimin karar alma süreçlerine halkın katılımıdır. Mevcut haliyle yasalaştığı koşulda karar alma süreçlerine katılım fiilen engelleneceği için, tasarının yerinden yönetim hakkı gözetilerek düzeltilmesini talep ediyoruz.