Rahatsız edici bir başlık olduğunu baştan kabul ediyorum.
Nail Çakırhan, geleneksel mimarinin en güzel örneklerini
ortaya koymuş bir mimar, Akyaka’daki eserleri ve başlattığı tarz ile Akyaka’nın
doğa vergisi güzelliğinin yanında özgün mimarisi ile de tanınmasında başrolü
oynamış çok değerli bir aydındı.
Akyaka’nın Çakırhan’la başlayan yaklaşık çeyrek yüzyıllık
mimari tarihine baktığımızda, Çakırhan’ın bizzat planladığı, yaptığı, çoğu tek
katlı mütevazı evlerin hakim olduğu ilk yıllar gerçekten de Akyaka’nın
gelişiminde doğaya, ortak yaşam alanlarına saygının hakim olduğunun altını
kalınca çizebiliriz. Akyaka’yı Akyaka yapan, adına “Çakırhan Mimarisi” denilen
de bu tarz olmuştur.
Sonra, Akyaka’nın kentleşme ivmesi hızlandı. Tarım alanları,
narenciye ve zeytin bahçeleri, orman alanları imara açıldı, yapılaşma
yoğunluğu, kat sayısı sürekli arttı. Günümüze geldiğimizde, yapı yüksekliğinde
artık 5 katın standard olduğu (Akyaka İmar Plan hükümlerinde hala 2 kat
yazadursun) kentsel dokunun gittikçe sıklaşarak nefes almanın
güçleştiğini görüyoruz. Akyaka’ya her yıl gelenler bu olumsuz gelişimi, mimari
yozlaşmayı, kentsel alanların gittikçe daraldığını gözlemliyorlar ve gidişattan
rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Arsa paylarının neredeyse tamamı
kullanılıyor, ticari alan kullanım oranları arttırılıyor, evleri
konumlandırırken komşunun manzarasını, rüzgarını, güneşini engellememeye özen
göstermek gibi geleneksel, dolayısı ile Çakırhan Mimarisine özgü çok
temel etik kurallar unutulmuş, ya da göz yumulur hale gelmiş durumda. Ortak
yaşam alanlarına adeta saldırıyoruz; ne meydanlar, ne parklar, ne doğa koruma,
ne bisiklet, ne yaya yolu... Varsa yoksa ev yapıyoruz. Ama her yere. Hepsi de
Nail Çakırhan evleri.
Tüm bu kentsel hareketler sulak alanlar, zeytinlik, narenciye
bahçesi gibi tarımsal alanlar üzerinde ve artık adı var kendisi yok olan Özel
Çevre Koruma Bölgesi Gökova içinde olmakta. Hadi Akyaka’nın bir de “Yavaş Kent”
olduğunu da ekleyelim, utanarak. Utanarak diyorum, çünkü “Yavaş Kent”
felsefesi doğanın korunmasını önde tutar, insanın doğa ile ilişkisinde
“sürdürülebilirlik” ilkesi ile hareket etmesini öngörür. Bu yüzden de logosu,
salyangoz üzerinde hareket eden bir kenttir. Akyaka ise son hızla kötü kaderine
yol alıyor.
Her boş bulduğumuz yere Nail Çakırhan evleri yaparak
Akyaka’nın güzelliğine güzellik mi katıyoruz? Ormanlarımızın içine çöp, moloz
dökerek yollar açıyoruz, çok ender bulunan biyo-çeşitliliği ile özellikle
korumamız gereken Azmak’ta doğal yaşamı yok ederek yolları genişletiyoruz,
üzerinde otoparklar, ticari alanlar oluşturuyoruz. Peki ne için? Ayrıcalıklı,
para sahibi birkaç kişi daha fazla para kazansın diye...Tüm beldenin
insanlarının, gelecek kuşakların kent ve doğa hakkı birkaç kişinin daha zengin
olması için yok ediliyor.
Kentsel ve doğal bütünlüğü yok ederek her yere kondurduğumuz
evler sırf Çakırhan çizgileri taşıyor diye Çakırhan Mimarisi olarak
adlandırılabilir mi?
Mimar değilim, bu soruya uzmanca cevap veremem. Ama Nail
Çakırhan ile sağlığında tanışmış, sohbet etmiş şanslı bir fani olarak şunu
söyleyebilirim: Akyaka’nın Çakırhan adını kullanarak içine girdiği bu saygısız
kentleşme çizgisi Usta’nın kemiklerini sızlatıyor ! Her yıl adına etkinlikler
düzenleyen mimarlarımız Çakırhan Mimarisi’ne güzellemeler göndere dursunlar,
Akyaka hızla mimari kimliğini yitiriyor. Bunu söyleyebilmek için uzman olmak
gerekmiyor; bu beldeyle, Nail Çakırhan’la gönül bağı kurmak yeterli. Doğal yaşam
alanlarımızın hızla tahrip edildiği, kamusal alanların ranta feda edildiği, motorlu araçların insanlara önceliklendiği, yaşam kalitemizin gittikçe bozulduğu bir kentsel dönüşüm sürecinden geçiyoruz.
Belde sakinlerinin hiçbir şekilde yapım sürecine dahil
edilmediği, uygulamalarını denetlemesine izin verilmediği bir İmar Planı
mevzuatı ile yönetiliyoruz. Yerel yöneticilerimiz hep “kamu yararı”nı gözeterek
planlar yapıyorlar, ama nedense kamuya sormuyorlar. En fazla “mış” gibi
yapıyorlar, samimiyetsizler. Bizim için neyin iyi olduğunu onlar bizden iyi
biliyorlar. Çünkü onlar “seçilmişler”. Zeytinliklerimizi, hazine arazilerini
imara açıyorlar, güzelim ormanlarımızı birkaç kişiye “yol” götürmek için çöp ve
molozla tahrip ediyorlar, Azmak’da doğal yaşamı tahrip ederek eğlence merkezine
dönüştürüyorlar… Onlara göre doğa insana hizmet etmek için var, dolayısı ile
“yüksek kamusal yarar” söz konusu. Gerçekte olan ise, doğanın birkaç sermaye
sahibinin hizmetine sunulmasından başka bir şey değil. Gerisi laf-ı güzaf, göz
boyamadan ibaret…
Geldiğimiz noktadan bakıldığında, Akyaka’nın ne Özel Çevre
Koruma Bölgesi, ne Yavaş Kent olması, ne de yapılan evlerin Nail Çakırhan
çizgileri taşıyor olması, hepsi anlamını yitiriyor. Tüm bu değerler, kavramlar
içleri boşaltılarak, “mal”ı daha pahalı ve hızlı pazarlamak için birer "etiket"e dönüştürülüyorlar. Her telaffuz ettiğimizde diğer kavramlar
gibi biraz daha anlamsızlaştırdığımız “gelecek kuşaklar” artık bahçesinden
narenciye, zeytin yiyemeyecek, Azmağı, yalıçapkınını, leyleği sadece eskiden çekilmiş fotoğraflarda görecek. Ama her yerde Çakırhan evleri olacak…Gerçekten bunu mu
isitiyoruz ? Nail Çakırhan’ın bunu istemediğini biliyorum.
Gelecek kuşaklara “Betonyaka” bırakmak istemiyorsak bu
gidişi durdurmanın bir yolu var; beldemizin kimliğine, ortak yaşam alanlarına,
geleceğine sahip çıkmak üzere ayağa kalkmak… Türkiye üç aydır ayakta,
Akyakalılar aslında daha da önce ayaklanmıştı. Kenti, doğayı savunmak için
insanlar mücadele ediyorlar artık, umut var. Gezi Parkı Direnişi ile
birlikte yerel demokrasiye bakışımızda, sorunlara çözüm arayış şeklimizde önemli bir değişim yaşandı. Sorunlarımızın ortak olduğunu, birbirimize yaklaştığımız
ölçüde de çözümden yana gücümüzün olduğunu gördük. Hem merkezi, hem yerel
yönetimin seçilmişlerinin “hikmetinden sual edilemeyen” icraatlarına karşı
ortak mücadele alanları oluşturuyoruz, bizleri karar mekanizmalarının dışında
tutan yasaların değişmesini talep ediyoruz. Artık sandıkta oy vermekle
sınırlı politika anlayışına kanmıyoruz, doğrudan demokrasi pratikleri
geliştiriyoruz.
Zamanın hızlandığı bir dönemden geçiyoruz; bu sürecin
dışında kalan zamanın da dışında kalacak.
Son söz olarak; Akyaka’da verilen “Diren Akyaka, Diren
Zeytin Ağacı!” mücadelesine Türkiye’nin, hatta dünyanın birçok yerinden destek
yağıyor. Zeytinliğimize beton lobisinin Çakırhan evleri (!) yapmasına izin
vermeyeceğiz. Bu karabasandan birlikte çıkacağız.
Serdar Denktaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder