21 Aralık 2011 Çarşamba

Katılımcı bütçe masalları…

Bütçe nedir ? Kişisel olarak baktığımızda bir türlü denk getiremediğimiz gelir gider dengemiz, gelmeyen ay sonu, içinden çıkılamayan masraflar, harcamalarımıza yetmeyen gelirimiz…
Karmaşık bir sürü rakam yığınından oluşan sıkıcı bir belge!
Gelir- gider dengesi!
Bütçe karar vermek demektir. Kaynaklarımızı nereye harcayacağız, harcamaları yaparken hangilerine öncelik vereceğiz, hangi projeleri seçeceğiz, kaynaklarımız yeterli mi?
Kamusal olarak baktığımızda ki buna hiç bakmayız, bakmaya da hakkımız olduğunu düşünmeyiz genellikle…
Kamusal alanda genel bütçe; vatandaşın söz sahibi olamadığı, ancak hayatımızı doğrudan etkileyen eğitim, sağlık, emekli aylıkları, maaş zamları, ödemek zorunda olduğumuz sürekli artan vergiler gibi yansımaları olan bütçedir.
Vatandaş genel bütçe ile devletin yaptığı yatırımlar ( yollar, köprüler, barajlar v.s ) ve devlet idaresinin, vatandaşların aile bütçesini etkileyen kararları gereği karşılaşır.
Vatandaşın doğrudan etkilendiği ama kullanılmasında söz sahibi olabileceği bütçe ise yerel yönetim bütçesidir.
Yerel yöneticilerimiz olarak seçip yetki verdiğimiz kişiler ve kurumlar, bizlerden alınan yasal kaynaklar (vergiler, vergi dışı gelirler) ile hizmet sunumunu yaparken bütçeyi kullanırlar...
Bundan 4 yıl önce benim de görevlisi olduğum bir proje kapsamında Akyakalıların gündemine ilk kez “katılımcı bütçe” ve “bütçe hakkı” kavramı girdi.
Nedir bu katılımcı bütçe? Bütçe hakkı?
Gelirleri yaratanların, giderlerin yapılmasında söz sahibi olmasına, bütçe yapma yetkisinin özünde vatandaşlara ait olmasına BÜTÇE HAKKI denir.
BÜTÇE HAKKI aynı zamanda vatandaştan alınan kaynakların hesabının vatandaşa verilmesini gerektirir.
Katılımcı Bütçe, tüm bu kararların alınmasında belde halkının söz sahibi olması demektir.
Katılımcı Bütçe, vatandaşların belediye hizmetlerinin, kaynakların kullanımının planlanması, karar verme süreçlerine katılımı dolayısıyla bütçe yapma sürecine doğrudan katılması anlamına gelmektedir. Bütçenin kullanımında şeffaflığı ve hesap verebilirliği gerektirir.
Katılımcı Bütçe, belde halkına kendi sorunlarına çözüm bulma imkanı sunma, etkin kaynak kullanımı, daha iyi hizmet ve vatandaşın tercihlerinin belediye bütçesine yansıtılması demektir.
Yerel yönetimde bütçe süreci Haziran ayında başlayan ve Kasım ayında belediye meclisinde görüşülerek, karara bağlanarak tamamlanan bir süreçtir.
Peki ne yapmıştık o tarihlerde katımcı bütçe hazırlamak için, öncelikle vatandaşları bütçe yapmaya davet eden ve yukarıdaki bilgileri de içeren broşürler hazırlayarak bilgilendirmiştik, 2007 Temmuz ayında yani bütçe hazırlığı döneminde mahalle toplantılarında, kahve toplantılarında vatandaşlar ile görüşerek bütçede öncelik verilmesini istedikleri alanları sormuştuk.
Güzel bir hayale inanmıştık, belde halkı bütçe sürecine katılmıştı, gelirleri yaratanlar, gelirin nereye harcanacağına karar veriyordu, halk bütçe yoluyla yönetime katılıyordu, kendisi için önemli bulduğu yatırıma karar veriyordu… Bütçe yetersizlikleri nedeniyle tam olarak uygulanmasa da önemli çalışmalardı.
Son iki yıldır katılımcı bütçe çalışması adına belediye tarafından toplantılar yapılıyor. Toplantılar ne zaman yapılıyor? Kasım ayında! Yani belediye meclisi bütçeyi onayladıktan sonra, tamamlanmış, onaylanmış bütçe için vatandaşa yatırım önceliği soruluyor, aslında bir şey sorulmuyor, soruluyormuş gibi yapılıyor, göz boyanıyor, katılımcılık önemli, ne kadar demokratik, ne kadar şeffaf bir belediyeyiz şeklinde… Bütçe takvimi hakkında bilgisi olmayan vatandaşlarımız ise gerçekten kendilerine bir şey soruluyor düşüncesiyle katkı sağlamaya çalışıyorlar. 
Halkın gücüne inanan, iyi niyetle başlanan bir çalışmanın bugün içeriğinden koparak göz boyama aracı haline getirilmesi çok üzücü, vatandaşları düşürdükleri duruma ise bir isim koymaya gönlüm razı gelmiyor…
Katılımcı bütçe çalışmaları broşürlerinde güzel sloganlar vardı.
“ Akyaka’lıyım Bütçeme Sahip Çıkıyorum ”
     “ Haydi Bütçemizi Birlikte Yapalım ”
                                   “ Yönetim Anlayışında Yeni Bir Süreç Katılımcı Bütçe”
Ve belediye yönetimi olarak bir taahhüt veriliyordu.
“Katılımcı bütçe yaptığımız hizmetlerde hesap verme sorumluluğumuzun, saydam, dürüstçe, kaynakları eşit ve adaletli kullanma sorumluluğumuzun göstergesidir.”

Bu doğrultuda, yarattığımız kaynakların nasıl kullanıldığını soruyoruz, gerçekleşen bütçe verilerinin açıklanmasını istiyoruz. Sorumluluklarınızı yerine getirmenizi talep ediyoruz.
Yatırım kararları neye göre veriliyor?
ana cadde köstebek yuvası gibiyken neden arka caddenin yolu yapılıyor
bedeli ödendiği halde neden hala yapılmayan yollar var
kaynaklarımızla aldığınız ağaç öğütme makinesi nerede?
ne kadar kaynağımızı misafir ağırlama, yedirme, içirme, gezdirmeye harcadınız ( bütçe içinde kurallara bağlı ve belirli bir oranda kullanılabilir)  

                                                                                                          Devrim Bayar


20 Aralık 2011 Salı

Şeffaflık çağrısı

Akyaka Kent Konseyi yöneticilerine…
Kent konseylerinin; yerinden yönetim, hesap verilebilirlik, şeffaflık ilkelerini hayata geçirmek üzere kurulan bağımsız organlar olduklarını biliyoruz.
Kent konseyi öncelikle kendisi şeffaf olmalı ki, yerel yönetimden şeffaflık talep edebilsin.
Bu nedenle,
Yeni kent konseyi başkanımızın yazmanlığını yaptığı 4.Genel kurul toplantısı tutanağının web sitesine konulmasını (istediğimiz halde zamanında teslim edilmediği için sitede eksik kalmıştı)
7.Genel kurul toplantısı tutanağının web sitesine konulması, yeni kent konseyi yürütme kurulunun, yedek üyelerinin açıklanmasını
Yürütme kurulu toplantı tutanaklarının web sitesine konulmasını
Kent konseyi toplantı çağrılarının e-mail ve belediye anonsları yoluyla yapılmasını (e-mail listesini teslim etmiştik)
Kadın meclisi ve gençlik meclisi seçimlerinin yapılmasını
Türkiye Kent Konseyleri Platformu toplantılarına kent konseylerinin yürütme kurulu üyelerinin katılabileceği halde 17-18 Aralık 2011 tarihinde Atakum/Samsun’da yapılan toplantıya kent konseyi başkanımız dışında katılan kişinin Akyaka kent konseyini hangi sıfatla temsil ettiği
Konularına açıklık getirilmesini istiyoruz.
                                                                                                                                             Devrim Bayar

18 Aralık 2011 Pazar

Ağaçkakanın fazileti

Epistomoloji kuyusu dipsizdir.
Çünkü, bilginin kendisinden çok teorisi millete dert olmuştur.
Çünkü, teori üretmek için ayağa kalkmaya gerek yoktur.
Öyle bir devirdeyiz ki, bilgiyi üretmek için harcanan çabanın, masrafın kat kat fazlasını;
Bilginin rafinasyonu, kategorizasyonu, maniplasyonu için harcıyoruz.
Düşünsenize bunca işlemden geçmiş bilginin halini?
Bir de bunu pazarlamak için yapılanlar var.
Okul, toplantı, teknoloji, yayın, medya...
Bir de, pazarlanan bilginin geri dönüşünü ölçmek için yapılanlar var ki, o başka bir dünya.
Geçenlerde, Ardahan orman şefliğinde bir genç orman mühendisiyle konuşuyorduk.
“Yaşlanan ormanları kesmek lazım, yoksa orman gençleşmez, biter” dedi.
Buna pireler bile kıçlarıyla gülerken, koskoca devlet bu bilginin peşine takılıp, orman kesti. 
“insan müdahalesi olmazsa ormanlar yok olur!” ormancılarda yerleşik bilgidir.
Neden?
Çünkü, aldıkları eğitim sistemini kuran hazretler, onlara ağaca kereste, odun, kütük, ‘mal’ olarak bakmayı öğretmişlerdir.
Eski, yaşlı ve hatta kuru ağaç olmazsa böcekler, kurtlar, mantarlar nerde yaşayacaklar?
Kurtlar olmazsa, ağaçkakanlar neyle beslenecekler?
Ağaçkakan olmazsa o ağaç topluluğuna hangi yüzle ‘orman’ diyeceğiz?
Su, hava, ateş, toprak, inek, ağaç... tıpkı ‘bilgi’ gibi birer mal oldular. 
Hepsinin artık barkodu var.
Şu günlerde de ruhlarımıza barkod hazırlıyoruz.
Üniversite hayatımda dönüp dolaşıp öğrettikleri konu “barajların faziletleri” idi.
Mezun olduktan sonra, “barajların zararını” anlatan ilk kişiyi hain belledim.
Ermenileri, Yunanlıları, Arapları, Rumları zaten hain bilirdim.
(Kürtler o zamanlarda dağ Türk’leriydi.)
Bir de baraj düşmanı, ‘doğacı’ satılmışlar çıktı piyasaya.
Barajlara ihtiyaç var.
Neden?
Çünkü, enerji lazım.
Neden?
Çünkü tüketiyorum, öyleyse varım.
Nasıl bir dünya ki, tüketim durduğunda çökecek!
Yuhh!
Günümüzde işlenerek piyasaya sürülen, mamül bilgi bize tüketimi, hızı ve yalnızlığı öğretiyor.
Bizi hergeçen gün daha çok madde bağımlısı yapıyor.
Bunun adı düpedüz ayırıcı, bölücü, ötekileştirici bilgidir. 
Günümüz felsefecileri, hikmet diye bir şeyi unuttular, bu ayırıcı bilgiyi sevmeyi felsefe sanıyorlar.
Peki, birleştirici, bütünleyici, kavuşturucu bilgi var mı?
Varsa, hangi örtünün altına saklandı?
Ona ulaşmanın yolu, yordamı yok mu?
Tut ki onu bulduk, o bilgi bizi neye kavuşturacak?
Bizi neyle bütünleyecek?
Ayırıcı bilginin esaretinden kurtulmadan, fazilete kavuşmak mümkün değil gibi.

Sunay Demircan

10 Aralık 2011 Cumartesi

Organik gübre üretimi için alınan makine nerede ?

Akyaka Belediyesi'nin oluşturduğu 2008-2010 stratejik planında Akyakalıların talepleri doğrultusunda bahçe atıklarından organik gübre üretilerek halka ücretsiz dağıtılması öngörülmüştü.

Bu amaçla belediye tarafından biyolojik öğütme (patoz) makinesi satın alınmış olmasına rağmen bu makine hiçbir şekilde amacına uygun kullanılmamıştır. Bu makinenin üç yıldır nerede olduğu ve ne amaçla kullanıldığı sorusuna da belediye yönetimi  tarafından açık bir cevap verilememiştir. Makinenin akibeti hala belli değildir. 

Akyaka Belediyesi Akyakalılara bu makine için ne kadar yatırım yapıldığını, makinenin üç yıldır nerede olduğunu, neden amacına uygun kullanılmadığını, başka amaçla kullanıldı ise hangi amaçla kullanıldığını açıklamalıdır. Belediye meclisi üyeleri de bu soruların muhatabıdır.

Serdar Denktaş

Stratejik plan fiyaskosunun hesabı ne zaman verilecek?

Akyaka Belediyesi, Akyaka Vizyonunu gerçekleştirmek üzere halkın katılımı ile 2008 – 2010 yıllarını kapsayan bir stratejik plan hazırlamıştır. Belediye yönetimi hazırlanan plana neredeyse hiçbir şekilde uymayarak, plansız, programsız uygulamalarla Akyaka Vizyonuna yaklaşmak yerine her geçen gün uzaklaşılmasına neden olmuştur. Plan uygulamaları,  dönemin sonunda belediye yönetimi tarafından halkın, kent konseyinin ve sivil toplum örgütlerinin değerlendirmesine sunulmamıştır.  Stratejik plan hedefleri ile ilgili belirlenen performans göstergeleri ile ilgili hiçbir veri Akyakalılarla paylaşılmamıştır.  Stratejik Plan belgesinin girişinde uyulacağı söz verilen katılımcılık, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerinin gereğini yerine getirmek için  hiçbir çaba gösterilmemiştir. Hiçbir değerlendirmeden geçirilmeyen planın başlığ,ı 2010-2012 Stratejik Planı olarak değiştirilerek yeni dönem planı olarak sunulmuştur. Bu açıkça eski plan döneminin çok büyük oranda başarısız olduğunun itirafıdır. Kent Konseyinin değerlendirme raporu da bu görüşü desteklemektedir. 

Bu plansız, şeffaf olmayan, hesap vermeyen yönetim anlayışı ile Akyaka Vizyonu'na ulaşılması tamamen hayaldir. Aksine, her geçen gün vizyondan daha da uzaklaşılmakta, yaşam kalitemiz biraz daha bozulmaktadır. Akyakalıların vergileri ile oluşan Belediye bütçesi plansız programsız harcanarak israf edilmekte, ödenemeyen borçlar nedeniyle kamu kaynaklarımız ipoteklenmektedir. Şeffaf, hesap verilebilir ve katılımcı olmayan bir yönetim anlayışı ile bir kentin "Yavaş Kent" olabilmesi ise zaten baştan kaybedilmiş bir davadır. 

Belediye başkanı ve belediye meclisi üyeleri neden Akyakalıların taleplerini (Akyaka Vizyonunu) gerçekleştirmek üzere hazırlanan stratejik plana uygun yönetim göstermediğinin hesabını vermelidir.  

Serdar Denktaş

Bedava tatil cenneti Akyaka !...Söz verdiğimiz gibi...

16/17 Nisan 2010 tarihlerinde CHP’li milletvekili hanımlarından oluşan yaklaşık 30 kişilik bir grup, konaklama, yeme/içme ve tekne gezisi masrafları Akyaka Belediyesi tarafından karşılanarak Akyaka’da tatil yaptılar. Elbette beldemizde kimsenin tatil yapmasına  karşı olamayız, ancak belediye bütçesi Akyakalıların vergileri ile oluştuğuna göre böyle bir “misafirperverliğin” Akyakalıların bilgisi ve onayı ile olması gerekmez miydi?


Belediyenin misafirperverliği duyulduktan sonra Kent Konseyi'nin Belediyenin 2008-2010  yıllarını kapsayan stratejik plan gerçekleşmesini değerlendirdiği raporuna da konu edildi. Yapılan harcamanın belediyenin güya benimsediği "şeffaflık" ve "hesap verilebilirlik" ilkeleriyle ters düştüğü vurgulandı.  Akabinde, içinde benim de yer aldığım kent konseyi yürütme kurulu üyelerinin katıldığı Mayıs 2010’daki belediye meclisi toplantısında konu yeniden gündeme getirildi. Konsey üyeleri tarafından belediye başkanı ve meclis üyelerine belediye bütçesinden böyle bir harcamanın gerçekleşip gerçekleşmediği soruldu. Belediye başkanı önce bu harcamayı şahsen karşıladığını söylediyse de, sorulan ayrıntılı sorular karşısında masrafların belediye bütçesinden karşılandığını itiraf etti. Gerekçe olarak yerel seçimler öncesinde parti teşkilatına verilmiş sözü olduğunu ifade etti.  Bazı meclis üyeleri de bu durumun etik olmadığını ifade ettiler.

Etik olmadığı bilinmesine rağmen “verilmiş söz” dolayısı ile böyle bir karar alınmıştı. Başka kaynaklardan da doğrulattığımız bu harcamalar daha sonra stratejik plan değerlendirme raporumuza belediye başkanının yazılı olarak verdiği cevapta yeniden inkar ediliyordu. Partili yandaşlara ayrıcalık olarak adlandırılabilecek bu partizan tutumun belediye başkanının temsilcisi olduğu CHP'nin ilgili organları tarafından incelenerek sorumlular hakkında gereğinin yapılmasını bir Akyakalı olarak talep ediyorum. 
CHP Genel Merkezi,  üyelerinin neden oldukları bu suistimal için Akyakalılardan özür dilemelidir. Eğer bu misafirperverlikte bir yanlış görmüyorlarsa da partinin "halkçılık" ilkesinin ne anlama geldiğini bize  anlatmalıdırlar. Ahmet Çalca,  Akyakalıların vergileri ile oluşan kamu kaynağının Akyakalılara hizmet yerine keyfi olarak partizanca harcanmasının baş sorumlusu olarak istifa etmelidir. Belediye Meclisi üyeleri de seslerini çıkarmayarak bu suistimale ortak oldukları için aynı şekilde  istifa etmelidirler.

En hafif deyimle "etik olmayan" bu tutum karşısında yalnızca belediye yönetiminin değil Akyakalıların yaklaşımının da sorgulanması gerekiyor. Öncelikle bu etik sorunun farkında olan partinin belde teşkilatı ve üyeleri seslerini çıkarmayarak bu rezalete seyirci kalmışlardır. Tabi burada diğer siyasi partilerin de hissesine düşen bir eleştiri var. Beldede teşkilatı olan siyasi partileri sadece seçim döneminde propaganda çalışmalarında görüyoruz. Seçim sonuçlandıktan sonra kaybeden partiler  politika alanından neden kayboluyorlar? Politika yalnızca "iktidar" sahibi olmak için mi yapılır? Vatandaşın hakkının hukukunun korunması için muhalefet konumundaki bu partilerin temsilcileri neden seslerini çıkartmazlar? Sakın duymadıklarını, görmediklerini söylemesinler, en azından kent konseyi sorunu meclis toplantısında dile getirdikten sonra farkındaydılar.  Evet, muhalefet görevini yerine getirmedikleri için bu  partilerin de bu suistimalde sorumluluğu vardır.

Bir çift söz de sivil toplum örgütlerine; sorunu bildikleri halde üzerine gitmedikleri için  onlar da kötü bir sınav vermişlerdir. Hiçbir Akyakalı sivil toplum örgütünün bülteninde, web sitesinde ya da toplantılarında bu rezaletin konu edildiğine şahit olmadık. Faaliyet alanları ne olursa olsun, kamu yararına çalışan STÖ'lerin her türlü kamusal hak ihlalinin karşısında olması ve sorumluluk alması gerekir.

Şimdi hepimizin şapkayı önümüze koyup düşünme zamanı. STÖ'ler, parti teşkilatları ve tek tek vatandaşlar.  Seçtiğimiz temsilcilere neden  bu kadar "serbest" hareket alanı tanıdığımızı, neden hiç hesap sormadığımızı, neden vergilerimizi mirasyedi gibi harcamalarına seyirci kaldığımızı kendimize sormalıyız. Bir yandan kötü yönetimlerinden şikayet ederken  neden seçtiğimiz temsilcilere icraatlarının hesabını sormuyoruz? Üyesi olduğumuz siyasi partiler ve sivil toplum örgütlerindeki temsilcilerimizin neden bu soruları ilgililere yöneltmediğini de sormalıyız. Ve sorularımıza dürüst cevaplar aramalıyız. Yüz karasından kurtulmak istiyorsak önce kendimizle bu yüzleşmeyi yerine getirmeliyiz. "Temiz toplum" olmak için suya sabuna dokunmak zorundayız.

Serdar Denktaş

Azmak tahribatına aynen devam...

Basında da yer alan çevre tahribatlarına bir yenisi daha eklendi ve Kasım ayı sonunda Azmak kenarında onlarca ağaç kesildi. Belediye Başkanı Ahmet Çalca 31. Ekim 2011'de Cumhuriyet Ege'de tahribatlarla ilgili verdiği demecinde, Akyaka'da çevre felaketi yaşanmadığını ifade etmişti. Tahribatlarla ilgili blogumuzda ve kent konseyi web sitesinde yeni yönetim tarafından "temizlik" yapılana kadar yayınlanmış onca bülten, yazı ve fotoğraf  dururken, hergün içimiz acıyarak "görmek" zorunda olduğumuz tahribatlar varken belediye başkanının bu iyimserliği ancak "tanrısal bir körlükle" açıklanabilir. Yukarıdaki fotoğrafı da diğerlerinin yanına Akyaka'da çevrenin nasıl "mikemmel" korunduğunun resmi olarak kayıtlarımıza geçiriyoruz.

İnsanın doğayla ilişkisini çok güzel ifade eden Sunay Demircan'ın sözlerine yer vererek bitirelim: "İnsan doğanın misafiri olduğunu unuttu. Misafir olmanın adabını, nezaketini, alçak gönüllülüğünü hepten unuttu. Şu anda evsahibini koltuğuna bağlamış evi soymakla meşgulüz. Hiç masum değiliz!"

5 Aralık 2011 Pazartesi

CITTASLOW : ‘Yavaşşehir’ in Düşündürdükleri

      ‘Hızlı yaşa genç öl… cesedin yakışıklı olsun…’. Mefisto’yu kıskandıracak türden bir kara deyiş, hayli yaygın kullanıma sahiptir. İnsanların suyunu sıkıp kısa yoldan posasını çıkarıp atmaya azmetmiş, mezarda emekliliği dayatan modern yaşam koşulları için biçilmiş kaftan gibi bir deyim, Modern yaşamın ruhu…
        Saatte 180 km. hızla gece yarısı, kanında kim bilir kaç promil alkolle, ses hızını değilse de budalalık sınırını ötelemeğe hevesli bir yeni yetmenin can çekişen bedenini hastahaneye yetiştirmek için sıkışmış trafikte kaplumbağa hızıyla ilerleyen, sirenleri avaz avaz bir cankurtaranın boşuna feryadı… Ne ‘sıradan’ bir şehir görüntüsüdür! Bu ‘sıradanlık’ modern toplumun sırrını açığa vuruyor olmasın.
        Rekabetçi mühendisliğin kendi sınırlarını zorlayarak ürettiği,neredeyse havalanacak denli hız yapabilen,otomobil denilen boyalı fetiş,tekerlekli benzin bidonları yollarda böcekler misali dolaşırlar.İçinde,kendini bir başkası olarak var edebileceğini sanan,düş kırıklığının global ilacı olarak sunulan alkole teslim olmuş vatandaş yollara vurur hayallerini.Gerisi kendiliğinden gelir.Hızlı tüketim pazarının yarattığı trafik canavarı misyonunu kusursuzca yerine getirir.İçindekiyle birlikte hurdaya dönen et kemik ve teneke yığını Pazar için gerekli boşluğu yaratmıştır.Hızın felaket olduğunu  kim söylemiş? Hız,tersine ,pazarın bereketidir!
        Bir depremde hızlı olmak hayati önem taşır.İlk 48 saatin üst düzey aciliyeti olduğu bilinir.İyi de,bu işin sorumluları, ‘Ağır ol molla desinler’, ya da ‘Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerini karanlık tarihinin..’ türünden dünya görüşlerini benimsemiş bireylerin bir örgütüyse, yavaş devlet ya da yavaşlatılmış devlet hayat kurtarmaya değil ölü gömücülüğüne  soyunmuş demektir.
        Modern teknoloji (makine vs.) kullanarak çok kısa sürede hızla konut üretmek mümkün hale gelmiştir. Yapılan konutlar küçük bir depremde, olağan bir su baskınında vs. iskambil kâğıdından şatolar misali hızla yokoluyorsa, buradan basitçe; ‘Kahrolsun modern teknoloji’ sonucunu çıkarıvermek de aşırı hızlı bir uslama biçimi olacaktır.
         Genellikle yaşamı, özellikle şehir yaşamını ‘Hızlı’, ‘Yavaş’, ya da ‘Sakin’ kavramlarıyla anlatmaya çalışmak onu dar bir çerçeveye hapsetmek olurdu. ‘Sakin’ sözcüğü Sükûnetten yani durağanlıktan, ataletten türemiş olduğuna göre, sakin şehir hareketsiz şehir anlamını yüklenecektir ki, mezarlıklarda bile kendine özgü bir hareket vardır. Hal böyleyse Sakin Şehir; ölü şehir, donmuş şehir, atıl şehir vs gibi anlamları da imleyecektir ki hiçbir şehir sakini bu denli sükûneti özler olmayacaktır.
         Şehir yaşamını ‘yavaşlatmak’ mümkün müdür? Ya da aşırı hızlılık sonucu oluşan sıkışmaların getirdiği aşırı yavaşlamaları ortadan kaldırmak ne kadar olanaklıdır?Bir yandan özel oto üretimini ve kullanımını özendirmek ve sürekli arttırmak, öte yandan trafik sıkışmalarının  önüne geçmek istemek olanaksızı istemekten pek farklı olmayacaktır.Tıpkı,bir yandan ‘..Yiyin,için, uçun,mıçın..vs’.türünden reklamların ideolojik bombardımanıyla sersemlemiş insanları,öte yandan asgari ücret ya da işsizlik marifetiyle soğan-ekmeğe mahkum eden zihniyetin yönetsel başarısı sürekli tekrarlanan ekonomik krizler olabilir ancak.Hızlının aniden yavaşa  dönüşmesi ve tersi.Şoka dayalı yaşam biçimi.Modern yaşam bu ve buna benzer çelişkilerle yüklüdür ve aslında bunlara dayalı olarak var olur
 Şehir yaşamı ‘hızlı’ sıfatıyla ifade edilecekse, ‘yavaş’ olan, şehrin karşıtına denk düşecektir. Şehrin karşıtı bilindiği üzere Köy’dür. Köy aslında yavaş değil, normaldir. Günümüz dünyasında şehir- köy karşıtlığı hala etkinliğini sürdürmektedir. Kaba bir hesapla dünya nüfusunun yarısı kırsalda yaşamaktadır. Kırsal olan, varlığı toprağa bağlı olandır. Şehrinse varlığının sanayi ve ticarete bağlı oluşu gibi. Beğenelim ya da beğenmeyelim, şehri yok sayamayacağımız gibi, tersine, doğaya yakınlığı hatta iç içeliği simgelemekten öte gerçekleştiren köyden de vazgeçemeyeceğimiz bellidir; Ne yerden ne yardan.
         Cittaslow  bizi kendiliğinden köye ve köy yaşamına  doğru yönlendiriyor.Köy ise esas itibarıyla hava-su -toprak-bitki-hayvan-insan birliğinin geleneksel formudur.Şehir bu birliğin sanai lehine bozulmasını temsil eder kabaca.Cittaslow  konusu-fast ya da slow food olarak dahi-kolayca yenilip yutulacak bir lokma olmaktan uzaktır.Bir yaklaşım olarak henüz bozulmamış kırsal yaşantının savunulması,Çevrecilik genel perspektifinin bir boyutu,hatta belki merkezi olabilir.Zira Çevrecilik (Yeşilcilik) işi çoğu zaman insansız doğayı kutsamaya kadar vardırmaktadır.Bu,artık hemen hemen karşılığı olmayan bir soyutlamadır..Oysa Köy yaşamı,insanın doğayla yaşadığı tarihsel deneyim ve sonuçlarının elle tutulur halidir ve soyut çevrecilikten daha yukarıda durur.Ondan öğrenilecek çok şey vardır..Köy’e sızmaya çalışan şehir ve ‘şehirliler’ ve köylerini savunmaya çalışan köylüler; kaotik sanai ve ticaret ve doğanın karşı karşıya gelişi.(Akla gelmişken; ‘Avatar’ sadece güzel bir film değil,derin anlamı da olan bir hikayeydi).
         Akyaka’nın Cittaslow oluşu ne anlama gelir? Hemen her konuda olduğu gibi farklı anlamalar ve anlamlandırmalar kaçınılmazdır. Daha iyi deyişle temel çelişki burada da belirir. Akyaka  ‘işgal’ altındaki köy kategorisine sokulabilir. ‘İşgalciler’ belli ki şehirlilerdir. Hatta Akyaka bir şehirli köyü, yazlıkçılar yaylası vs gibi de tariflenebilir. Bu, ilk bakışta olumsuz hatta umutsuz bir sonuç gibi görünebilir. Köy elden gitmiş, koyunlar çoban, balıklar restoran işletmecisi, keçiler 4-çeker abduramançelebi olmuş. Ama eğer ‘işgalci’ şehirliler arasında biraz L.Tolstoy okumuşlar, birkaç köy enstitüsü mezunu ya da ilhamlısı, özgün ve özgül mimari tutkunu mimar ya da beğenili kişi, birkaç yetenekli ya da hevesli doğa ressamı, fotoğrafçısı, arkeolojiye bir insan bilim olarak bakmayı tercih eden birkaç saf insan, tuttuğu küçük balığı gerisin geri denize uğurlayan zengin gönüllü yoksul balıkçı, zeytin ağaçlarını,marul soğan salyangoz ve gülleri ayrımsızca bağrına basan eski ya da yeni çiftçi,ormanda gezinip rüzgarın ve kuşların sesini çamların çıtırtısını duyabilen,denizin mavisini soluyabilen,sessizliği dinleyebilen ve kendini, bitimsiz yaratısının incelikleriyle şaşkınlığa uğramaya hazır duyan,herkes için parasız rehabilitasyon sunan Doğaya dalan şehirli ya da köylü ya da Marslılar varsa umut var demektir.

Alptekin Akkoyunlu