Kaleden doğru seyretmek Akyaka'yı
öyle güzel. Batı'ya döndüğünüzde Sakar uzanıyor; volenli bir etek gibi onu
sarınmış çam ormanları dalga dalga seriyor yeşilini açıklı koyulu. Hafif bir
rüzgar tenini okşarken taşın, ağacın, mavi bir saten gibi gökle birleşmiş
denizde dalga yok.
Anayolun sesi, Azmak'tan gelen tur
tekneklerinin sesi, buradan pek de duyulmuyor. Kuş sesleri, sincap sesleri ve
bir de Akyaka'dan buralara kadar çarpan çocuk sesleri...Belli ki oyun
oynuyorlar. Çocuk seslerini işitebileceğimi düşünmezdim buralardan, şimdi, şu
eski kaleye çıkmamış olsam. Hafif hafif dalgalanan sazlıkların güzel rengi;
Tarkovskice salınışlar bunlar, ruh dalgırları. Rüzgar dediğimiz şairdir
aslında, var olan her şeye dokunabilir; var olan herşeye değgindir bir şair:
Öylesine bir yaşama becerisi ve mahir bütün varlıklarla ilişki kurma hususunda.
Ve aslında diyorum ki bir insana en çok yakışan da şairliktir. Bu durumda
rüzgardan öğrenecek çok şeyimiz var. Daha çok koşmalı insan rüzgarın peşisıra.
Bu güzellik bakanı da güzel kılıyor.
"Doğa" deyip
totalleştirdiğimiz ve kendimizden ayırdığımız parçanın, deneyim haline
dönüştüğünde dille, şu yoksul(!) dille ifade edilemeyecek öyle dehşetengiz
tatları var ki ne kamu adına, ne belediyecilik adına, ne turizm adına dokunmamak gerekir onlara. Ancak
safdil bir temenniden öte bir şey değil bu söylediğim. Zira gayet örgütlü bir
güç ilişkileri düzeni üzerine oturur belediyecilik, turizm gibi alanlar kamu
düzeni içinde ve insanca olan tüm bağları parçalar, sınıflar, ayırır ve
duyguları aşağılar.
Son yıllarda, Türkiye'de farklı
farklı alanlarda yapılan muhalefetlerin dağınıklığı bir sorun olarak kendisini
daha çok duyurur oldu; muhalefetlerin birliği bir ihtiyaç olarak da kendisini duyuruyor.
Tabi ki yeni bir sorun değil bu, örgütlenme muhalefetin her zaman gündeminde
olmuştur. Öğrenci hareketleri, çevre hareketleri, işçi hareketleri, memur
eylemlilikleri ve diğer pek çok hareket arasındaki kopukluğu nasıl gidermek
gerekir bilmiyorum. Üstelik bunun bir reçetesi de yok! Ancak bu farklı farklı
muhalefetler arasında bir tür yatay bir ilişki geliştirmek gerekiyor. Böylesi
anları Hrant Dink'in öldürülmesine karşı muhalefette, Roboski katliamında,
Hes'lere karşı mücadelede, belki en yenilerde üniversite öğrencileri ve
akademisyenlere karşı ODTÜ'de öne çıkmış olmakla birlikte bütün üniversitelerde
şiddetini giderek artıran baskı politikalarına karşı muhalefette kısmen de olsa
gördük. Ancak öyle sanıyorum ki bu ayrı ayrı patikaların daha genel
platformlarda bir araya gelme ihtiyacı kendini duyuruyor. Akyaka söz konusu
olduğunda da Akyaka'daki sivil toplum, demokrasi, yavaş şehir ve ekoloji
tartışmaları ve bu bağlamda bir muhalefeti bünyesinde buluşturan Akyaka
Platformunun zaman içinde, ki o zamanı güncel politikalar da belirleyecektir,
başka yataklarla buluşacağını düşünüyorum. Anayasa çalışmaları ne yazık ki bu
bağlamda bir buluşma alanı olamadı. Bizler belki böylesi geniş muhalefetlerin
zamanını tayin edemeyebiliriz ancak bir yandan da bunun bilincinde olabiliriz.
Ve içinde bulunduğumuz platformların, kuruluşların gündemlerine bu bağlamda
tartışmalar, öneriler ekleyebiliriz. Sözünü ettiğimiz duruma tersinden
baktığımızda ise farklı platformlar arasında ilişki kurulmadığında ya da bir
muhalefet hareketi başka muhalefetlerle desteklenmediğinde yalnız bırakılmış
oluyor, görmezden geliniyor ve çok daha güçlü ve yüksek bir mücadele doğamıyor.
Bu farklı farklı muhalefetlerin farklılıklarını korumakla beraber ortak bir
mücadele alanında da buluşmaları iktidardan pay istemek ve iktidara ortak olma
arzusunun pratikleri açısından gereklidir sanıyorum ve artık iktidardan pay
istemenin de zamanı gelmiştir.
Bu yazıyı bana Türkiye gündemi ve
Ece'nin platforma daha büyük ekonomik bir güçle birleşme doğrultusundaki
önerisi ilham ediyor. Güzelim kalenin Akyaka'nın her yanından görülebilsin diye
etrafındaki ağaçların kesilip, üstüne bir de bir yangınla çıplaklaştırılıp,
müdahale edilmemiş halini hatırlıyorum ve lütfen diyorum belediyelere bir
yerleri daha iyi yapacağız derken bozmayın, ellemeyin, bir şey yapmayın artık!
Bizlere müdahale edilmemiş bir "doğa"yla da karşılaşma fırsatı verin.
İşte iyimser bir temenni daha, çok yüceltilen insanın bile bir
"artifact" bir ürün olduğu toplumda, nesne olarak çoktan gözden düşürülmüş
ve kullanım ve değişim değeri olarak bakılan doğaya itibarı nasıl teslim
edilebilir? İnsanlık onuru, o itibarı ancak mücadele geleneği içinde ve o
gelenekle olan bağlarını hatırlayarak iade edebilir diyorum okumak için yanımda
getirdiğim Maurice Blanchot'un Son İnsan'ını ve Rimbaud'un Cehennemde
Bir Mevsim'ine cevap bekler gibi bakarken. Ne de olsa O Rimbaud'du
"Ben bir başkasıdır" diyen ve Blanchot idi insanın gerçek cemaatini
oluşturanın ölüm olduğunu hatırlatan. Ancak bizi ezilenlerin ve direnişin
geleneğine bağlayan iki büyük düşünür Marx ve Benjamin yokluğunu burada
hissettiriyor. O boşluğu doldurmak için o rehberleri bir kere bir kere daha
hatırlamanın zamanı hiç geçmiyor.
Saliha Yazgaç
http://www.cafrande.org/?p=44235
YanıtlaSilBu adresteki Fikret Başkaya'nın yazısı Muhalefetler Arası İlişki hususunda daha detaylı, zengin bir metin. Bu önemli paylaşmadan edemedim.
Sevgiler, saliha
YanıtlaSilMelih Pekdemir'İN 21 OCAK 2013 TARİHLİ BİRGÜN KÖŞESİNDEKİ YAZISIDIR. TARTIŞMALARIMIZ AÇISINDAN ÖNEMLİ BULDUĞUM İÇİN PAYLAŞIYORUM, SEVGİLER.
http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1187090030&news_code=1358761589&year=2013&month=01&day=21#.UP20kCcz2Kk