14 Şubat 2014 Cuma

Siyasete Kimler Yön Veriyor?

Yaklaşan yerel seçimleri bir genel seçim havasına sokmaya çalışanlar bir yana, siyaseti yeniden dizayn etmek isteyenlerin çirkin senaryoları nedeniyle vatandaşın aklı iyice karıştı.

Normal bir ülkede bu seçimler yapılıyor olsaydı, öyle sanıyorum olaylar şöyle gelişirdi.

Siyasi partiler önce kendi durumlarıyla ilgili bir durum tespiti yapar, kısa ve uzun vadeli hedefler koyarak, geleceğe yönelik planlar yaparlar.

Hangi bölgede ne tür bir seçim çalışması, hangi ilde, nasıl bir aday ve bölgelere göre kazanma şansı olan yerler belirlenir; kimlerle, hangi kesimlerle ittifak ve işbirliği yapılabileceğine ilişkin öngörüler saptanır.

Kuşkusuz bu hazırlıkların seçimlere üç ay kala değil, çok önceden başlatılması gerektiği gibi, önyargısız, objektif kriterlerle değerlendirmeler yapılması gerekir.

Ancak ülkemizde demokrasi kültürü yerleşmediği için, geçmişte parti içi lider sultası, başkan ve adamlarının siyasi hırs ve beklentilerine göre şekillenen adaylar, şimdilerde büyük sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda belirleniyor

Üstelikte kazanmak için her yolu mübah gören bir zihniyet, siyaset kurumunun her aşamasına hakim olmuşken, emek, liyakat, uzmanlık gibi değerler tümden askıya alınıyor, parti içi demokrasi rafa kaldırılıyor.

Düşünebiliyor musunuz, bir kentin tüm sandıklarında açık ara önde olan bir siyasi parti niye dışarıdan, başka partiden ithal aday getirme ihtiyacı duyar?

Niye kendi örgütünden bir kişiyi böyle bir görev için hazırlamaz?

Kimin aday olması gerektiği konusunda kendi parti tabanına, örgütüne sorma ihtiyacı duymaz?

Çünkü amaçlanan, halka hizmet, yaşanabilir bir kent yaratmak değildir.
Amaç, o bölgede yatırım yapacak sermaye çevrelerinin çıkarlarına hizmet edecek birilerini aday yapmak, onu seçtirmektir.

Seçim kazanma şansı olmayan bir yerde, bir siyasi partinin, kazanabilecek oy potansiyeline ulaşmak için, o yörede etkili olan, dengeleri değiştirme gücüne sahip birini aday göstermesini belki anlayabiliriz

Ama oy oranı itibariyle diğer partilerden çok önde olan bir parti kendi içinden birini değil de dışarıdan birini aday gösteriyorsa, o noktadan itibaren, rant ve çıkar ilişkileri devreye giriyor demektir.

Kaldı ki siyasi etik, dış güçlerin desteğiyle kazanmaktansa, kendi öz gücüyle kaybetmenin çok daha erdemli olduğunu söyler.

30 Mart seçimlerine az bir zaman kalmışken, ne yazık görüyoruz ki, adayların projeleri, yapmak istedikleri, yapabilecekleri yerine şimdiye kadar yapamadıkları, yaptıkları yanlışlar ve daha da acısı, özel yaşamları didikleniyor.

Nefret söylemlerinin hakim olduğu seçim atmosferinde belgeler, kasetler, karalamalar, suçlamalar üzerine siyaset yapılmak isteniyor.

Ne seçim barajı, ne anti demokratik siyasi partiler ve seçim yasaları, ne de tarihimizin en büyük utancı, darbe anayasasından kurtulmak için yapılması gereken yeni, sivil, demokratik anayasa konuşulmuyor.

Politik tutarlılık, siyasi derinlik, ideolojik bilinç, doğruluk, dürüstlük gibi insani ve ahlaki değerler, barış, demokrasi, eşit yurttaşlık, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü gibi evrensel kavram ve değerler yerine, ekonomik güç, rant paylaşımındaki kurnazlık ve pazarlık becerileri öne çıkıyor.

Siyasi partiler aday seçmiyorlar, adaylar kendilerine parti seçiyorlar. Daha doğrusu egemen güçler adayları partilere yerleştiriyor.

Parti içerisindeki güç ve koltuklarını sağlamlaştırma adına liderlerde bu tür oynak adaylara itibar ediyor, hatta kendilerini onlara mecbur hissediyorlar.

Daha doğrusu büyük sermaye çevrelerinin siyaseti yeniden dizayn etme amaçlarını görmezden geliyor ya da kendi çıkar ve ikballeri uğruna işbirliğine razı oluyorlar.

Durum böyle olunca, orta yerde bir kurmaca oyun oynanıyor. Oyunu yönetenler, esas oğlanlar, senaryo ve hatta seyirciler bile önceden belli, bizlere de senaryoyu bile görmeden figüranlık yapmak düşüyor.

Ben kendi adıma, ne bu oyunu izlemek, ne de figüran olmak istemiyorum.

Yaşadığım kenti yönetmek isteyenler, benim istek ve görüşlerimi dikkate almıyor, karar alma ve uygulama süreçlerinde beni yok sayıyor ve sonuçta kendi egemenlik alanlarını oluşturuyorlarsa ve tüm bunları da büyük sermaye çevrelerinin telkin ve talimatlarıyla yapıyorlarsa ben bu oyunun içinde olmak istemiyorum.

Yerel değil, yerinden yönetim ilkelerini yaşama geçirmek, başkana odaklı değil, hizmet ve insan odaklı, katılımcılığı öne çıkaran bir yönetim anlayışını egemen kılmak için mücadele etmek varken, siyaset baronlarının sahneye koyduğu oyunun parçası olmak istemiyorum.


AYHAN ONGUN (Gazeteci-Yazar)  11.02.2014/BODRUM