Sayfalar

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Nail Çakırhan ve doğayı katletmek…

Rahatsız edici bir başlık olduğunu baştan kabul ediyorum.

Nail Çakırhan, geleneksel mimarinin en güzel örneklerini ortaya koymuş bir mimar, Akyaka’daki eserleri ve başlattığı tarz ile Akyaka’nın doğa vergisi güzelliğinin yanında özgün mimarisi ile de tanınmasında başrolü oynamış çok değerli bir aydındı.

Akyaka’nın Çakırhan’la başlayan yaklaşık çeyrek yüzyıllık mimari tarihine baktığımızda, Çakırhan’ın bizzat planladığı, yaptığı, çoğu tek katlı mütevazı evlerin hakim olduğu ilk yıllar gerçekten de Akyaka’nın gelişiminde doğaya, ortak yaşam alanlarına saygının hakim olduğunun altını kalınca çizebiliriz. Akyaka’yı Akyaka yapan, adına “Çakırhan Mimarisi” denilen de bu tarz olmuştur.

Sonra, Akyaka’nın kentleşme ivmesi hızlandı. Tarım alanları, narenciye ve zeytin bahçeleri, orman alanları imara açıldı, yapılaşma yoğunluğu, kat sayısı sürekli arttı. Günümüze geldiğimizde, yapı yüksekliğinde artık 5 katın standard olduğu (Akyaka İmar Plan hükümlerinde hala 2 kat yazadursun)  kentsel dokunun gittikçe sıklaşarak nefes almanın güçleştiğini görüyoruz. Akyaka’ya her yıl gelenler bu olumsuz gelişimi, mimari yozlaşmayı, kentsel alanların gittikçe daraldığını gözlemliyorlar ve gidişattan rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Arsa paylarının neredeyse tamamı kullanılıyor, ticari alan kullanım oranları arttırılıyor, evleri konumlandırırken komşunun manzarasını, rüzgarını, güneşini engellememeye özen göstermek gibi geleneksel, dolayısı ile Çakırhan Mimarisine özgü  çok temel etik kurallar unutulmuş, ya da göz yumulur hale gelmiş durumda. Ortak yaşam alanlarına adeta saldırıyoruz; ne meydanlar, ne parklar, ne doğa koruma, ne bisiklet, ne yaya yolu... Varsa yoksa ev yapıyoruz. Ama her yere. Hepsi de Nail Çakırhan evleri.

Tüm bu kentsel hareketler sulak alanlar, zeytinlik, narenciye bahçesi gibi tarımsal alanlar üzerinde ve artık adı var kendisi yok olan Özel Çevre Koruma Bölgesi Gökova içinde olmakta. Hadi Akyaka’nın bir de “Yavaş Kent” olduğunu da ekleyelim, utanarak.  Utanarak diyorum, çünkü “Yavaş Kent” felsefesi doğanın korunmasını önde tutar, insanın doğa ile ilişkisinde “sürdürülebilirlik” ilkesi ile hareket etmesini öngörür. Bu yüzden de logosu, salyangoz üzerinde hareket eden bir kenttir. Akyaka ise son hızla kötü kaderine yol alıyor.

Her boş bulduğumuz yere Nail Çakırhan evleri yaparak Akyaka’nın güzelliğine güzellik mi katıyoruz? Ormanlarımızın içine çöp, moloz dökerek yollar açıyoruz, çok ender bulunan biyo-çeşitliliği ile özellikle korumamız gereken Azmak’ta doğal yaşamı yok ederek yolları genişletiyoruz, üzerinde otoparklar, ticari alanlar oluşturuyoruz. Peki ne için? Ayrıcalıklı, para sahibi birkaç kişi daha fazla para kazansın diye...Tüm beldenin insanlarının, gelecek kuşakların kent ve doğa hakkı birkaç kişinin daha zengin olması için yok ediliyor.

Kentsel ve doğal bütünlüğü yok ederek her yere kondurduğumuz evler sırf Çakırhan çizgileri taşıyor diye Çakırhan Mimarisi olarak adlandırılabilir mi?  

Mimar değilim, bu soruya uzmanca cevap veremem. Ama Nail Çakırhan ile sağlığında tanışmış, sohbet etmiş şanslı bir fani olarak şunu söyleyebilirim: Akyaka’nın Çakırhan adını kullanarak içine girdiği bu saygısız kentleşme çizgisi Usta’nın kemiklerini sızlatıyor ! Her yıl adına etkinlikler düzenleyen mimarlarımız Çakırhan Mimarisi’ne güzellemeler göndere dursunlar, Akyaka hızla mimari kimliğini yitiriyor. Bunu söyleyebilmek için uzman olmak gerekmiyor; bu beldeyle, Nail Çakırhan’la gönül bağı kurmak yeterli. Doğal yaşam alanlarımızın hızla tahrip edildiği, kamusal alanların ranta feda edildiği, motorlu araçların insanlara önceliklendiği, yaşam kalitemizin gittikçe bozulduğu bir kentsel dönüşüm sürecinden geçiyoruz.

Belde sakinlerinin hiçbir şekilde yapım sürecine dahil edilmediği, uygulamalarını denetlemesine izin verilmediği bir İmar Planı mevzuatı ile yönetiliyoruz. Yerel yöneticilerimiz hep “kamu yararı”nı gözeterek planlar yapıyorlar, ama nedense kamuya sormuyorlar. En fazla “mış” gibi yapıyorlar, samimiyetsizler. Bizim için neyin iyi olduğunu onlar bizden iyi biliyorlar. Çünkü onlar “seçilmişler”. Zeytinliklerimizi, hazine arazilerini imara açıyorlar, güzelim ormanlarımızı birkaç kişiye “yol” götürmek için çöp ve molozla tahrip ediyorlar, Azmak’da doğal yaşamı tahrip ederek eğlence merkezine dönüştürüyorlar… Onlara göre doğa insana hizmet etmek için var, dolayısı ile “yüksek kamusal yarar” söz konusu. Gerçekte olan ise, doğanın birkaç sermaye sahibinin hizmetine sunulmasından başka bir şey değil. Gerisi laf-ı güzaf, göz boyamadan ibaret…

Geldiğimiz noktadan bakıldığında, Akyaka’nın ne Özel Çevre Koruma Bölgesi, ne Yavaş Kent olması, ne de yapılan evlerin Nail Çakırhan çizgileri taşıyor olması, hepsi anlamını yitiriyor. Tüm bu değerler, kavramlar içleri boşaltılarak, “mal”ı daha pahalı ve hızlı pazarlamak için birer "etiket"e dönüştürülüyorlar. Her telaffuz ettiğimizde diğer kavramlar gibi biraz daha anlamsızlaştırdığımız “gelecek kuşaklar” artık bahçesinden narenciye, zeytin yiyemeyecek, Azmağı, yalıçapkınını, leyleği sadece eskiden çekilmiş fotoğraflarda görecek. Ama her yerde Çakırhan evleri olacak…Gerçekten bunu mu isitiyoruz ? Nail Çakırhan’ın bunu istemediğini biliyorum.

Gelecek kuşaklara “Betonyaka” bırakmak istemiyorsak bu gidişi durdurmanın bir yolu var; beldemizin kimliğine, ortak yaşam alanlarına, geleceğine sahip çıkmak üzere ayağa kalkmak… Türkiye üç aydır ayakta, Akyakalılar aslında daha da önce ayaklanmıştı. Kenti, doğayı savunmak için insanlar mücadele ediyorlar artık, umut var.  Gezi Parkı Direnişi ile birlikte yerel demokrasiye bakışımızda, sorunlara çözüm arayış şeklimizde önemli  bir değişim yaşandı. Sorunlarımızın ortak olduğunu, birbirimize yaklaştığımız ölçüde de çözümden yana gücümüzün olduğunu gördük. Hem merkezi, hem yerel yönetimin seçilmişlerinin “hikmetinden sual edilemeyen” icraatlarına karşı ortak mücadele alanları oluşturuyoruz, bizleri karar mekanizmalarının dışında tutan yasaların değişmesini talep ediyoruz.  Artık sandıkta oy vermekle sınırlı politika anlayışına kanmıyoruz, doğrudan demokrasi pratikleri geliştiriyoruz.  

Zamanın hızlandığı bir dönemden geçiyoruz; bu sürecin dışında kalan zamanın da dışında kalacak.

Son söz olarak; Akyaka’da verilen “Diren Akyaka, Diren Zeytin Ağacı!” mücadelesine Türkiye’nin, hatta dünyanın birçok yerinden destek yağıyor. Zeytinliğimize beton lobisinin Çakırhan evleri (!) yapmasına izin vermeyeceğiz. Bu karabasandan birlikte çıkacağız.

Serdar Denktaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder