Bu çalışmada söz konusu raporun hazırlanışında izlenen bilimsel yöntem, hazırlanış süreci ve içeriği ile
ilgili değerlendirmeler yer almaktadır. Raporun içerdiği verilerle ilgili
ayrıntılı değerlendirmelere daha sonra devam edilecektir.
Bu değerlendirmemizde değindiğimiz raporun Gökova ile ilgili
bölümüne Gökova Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu
linkinden ulaşabilirsiniz.
Raporun Hazırlanmasında
Kullanılan Yöntemle İlgili Eleştiriler
Bilimsel çalışmalarda çok çeşitli yöntemler kullanılır. Hangi yöntemin seçileceği ise tesadüfi değildir. Yöntem seçimi araştırmacının dünya görüşüne, ele aldığı konuya, araştırma nesnesine ve en önemlisi de niyetine göre değişir. Yöntem seçimi aynı zamanda araştırmacının kullanacağı araçların seçimini de belirler. Raporda Doğal sit alanlarının koruma derecelerinin belirlenmesinde kullanılan AHP (Analitik Hiyerarşik Proses) bir yöntem değil, bir araçtır. Arkasında statik veya karşılaştırmalı statik analizlere olanak veren pozitivist yöntem vardır. Pozitivist yöntem sayısal araçlar kullanarak ulaşılan sonuçları kesin ve tek doğrular, dolayısıyla da “bilimsel” doğrular olarak sunar. Oysa, bilimde neyin doğru olduğu, doğruların tekliği ve kesinliği her zaman tartışmalıdır. Bilim toplumdan ve ideolojilerden bağımsız değildir. Bunlardan etkilenmeyen nötr bilim ve teknoloji olduğu iddiasının kendisi aslında oldukça ideolojiktir. Dolayısıyla bu raporla, doğal sit alanlarının koruma derecelerinin düşürülmesinin bilimsellik iddiası ile meşrulaştırılması kabul edilemez.
Ekolojik temelli bilimsellik iddiasındaki
bir çalışmanın, olay ve olguları bağlamlarından koparmadan içinde gerçekleştiği
koşullarla birlikte çok boyutlu değerlendirmek, zaman ve mekan içinde değişen
anlamlarını keşfetmeye çalışmak ve elde edilen sonuçları insan toplumlarını da
içeren ekosistemin yararına olacak şekilde kullanmak gibi bir kaygısı
olmalıdır. Böyle bir analizin, doğrudan parçalardan bir ya da daha fazlasına
ayrı ayrı yoğunlaşmak yerine, öncelikle zaman-mekânda değişmekte olan bütünü
göz önüne alması; sonrasında parçalara haksızlık etmeden bütün-parça
ilişkilerini dinamik olarak analiz etmesi gereklidir. Ele alınan konuya
bütünlüklü, çok boyutlu, ilişkisel ve dinamik bir yaklaşım çoğu kez konunun
göründüğü gibi olmadığını, görünenin yanıltıcılığını ortaya çıkarır. Bilim de
bunun için vardır. Söz konusu rapor hazırlanırken bu çok boyutluluk görünüşte
kalmış, statik bir analiz yapılmış, hem nicel hem de nitel bir analiz yapıldığı
iddiasına karşın doğal sit alanlarının koruma kategorilerinin belirlenmesinde
koruma derecelerinin düşürülmesine olanak veren nicel analiz (AHP) esas
alınmıştır. Oysa ele alınan alanların belirlenen özellikleri göz önünde
bulundurulup, AHP’de yapıldığı gibi belli sayısal kriterlere uygunluğuna
bakılmaksızın, saptanan bozulmaların onarımına olanak verecek önlemler
alınarak, koruma alanı hem genişletilebilir
hem de koruma derecesi yükseltilebilirdi. Bu durum raporların
hazırlanmasına dayanak oluşturan Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına
İlişkin Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik’te bulunan (bundan sonra Korunan
Alanlar Yönetmeliği olarak kullanılacaktır) “Korunan alanların doğallığını
muhafaza etmek ve mevcut koruma değerlerinin devamlılığının sağlanması esastır”
Madde 5(l) ve “Ekolojik dengeyi bozacak herhangi bir faaliyete izin verilmez”
Madde 5(k) ilkelerine de uygun olurdu.
Raporun öncelikle eleştirilmesi gereken yanı, kullandığı AHP tekniğinin taşıdığı etik sorundur. AHP birbirleriyle karmaşık bağlantıları olan canlı ve cansız varlıkları içeren habitatları ve bunlar içindeki ve üzerindeki süreçleri birbirleriyle ilişkileri yokmuşçasına parçalayarak, bölünmez habitatlara yapay sınırlar çizerek, hiyerarşik kategoriler kurarak sayısallaştırır. Doğayı ve içerdiği varlıkları nesneleştirerek, parçalı ve mekanik bir şekilde betimler. AHP yöntemi tam da bu mantıkla doğadaki bitki ve hayvan türlerini tek tek bağlamlarından, bulundukları yaşam zincirinden koparıp çeşitli kategorilere ayırarak nesneleştirir. Her bir kategoriyi kendi belirlediği önem sırasına göre ağırlıklandırır. Seçilen alanın koruma derecesi, içerdiği tür sayısının sokulduğu kategorilere ve bu kategorilerin hesaplamadaki ağırlıklarına göre belirlenir. Sonuçta ulaşılan sayısal değerlere göre alanın koruma derecesine karar verilir. Bu da “bilimsel” bir yöntem olarak sunulur. Bu mantıkla farklı kategorilere göre ağırlıklandırılıp, aralarında hiyerarşi kurulan, canlılardır. Aynı mantıkla devam edilirse nesli küresel ve ulusal ölçekte tehlike altında olmayan türlerin yaşadığı alanlar çeşitli yatırımlara açılabilir (nitelikli koruma alanı ise çadırlı kamp alanı, bungalov ve günübirlik faaliyetler; sürdürülebilir koruma alanı ise bu liste otel inşasından yerleşim yeri kurmaya kadar uzuyor) ve oralarda yaşayan canlılar da bir süre sonra bu faaliyetler nedeniyle yok olmaya başladığında alanın koruma derecesi tekrar düşürülebilir ya da tamamen koruma kapsamından çıkarılabilir. Bu bir koruma mantığı değil yok etme mantığıdır. Dolayısıyla, doğal alanların koruma derecelerinin belirlenmesinde en sık kullanılan uluslararası tekniğin AHP olması rastlantı değildir. Çünkü Dünyada kapitalist sistemin temel kurumlarınca yaygınlaştırılan sürdürülebilirlik, yeşil ekonomi ve yönetişim söylemleriyle aslında doğanın farklı boyutları korunmak yerine yeni ve karlı yatırımlara açılmakta; doğa piyasa siteminin iktisadi aklının içine alınarak standartlaştırılabilir, ölçülebilir birimlere indirgenmektedir. AHP tam da bunu yapmaktadır. Böylece belli sayısal standartları sağlamadığı gerekçesiyle koruma derecesi düşürülerek ele alınan alan yatırımlara açılabilir hale getirilmektedir.
Doğanın sayısallaştırılması yaşamın sayılarla ölçülmesinin, standardize edilmesinin getirdiği etik sorun dışında başka etik sorunlara da yol açar. Sayısallaştırma, araştırmayı yapanı da sorumluluktan kurtarır. Artık olacaklardan sayılar sorumludur. Ulaşılan sonucun ekolojik açıdan iyi yada kötü olduğu değil, sayılarla ispatlanmış “kesin” ve “bilimsel” doğrular olduğu iddia edilebilir. Ahlaki yükünden kurtulan araştırmacı bu durumda kendisini de resmin bütününü görebilen bir bilim insanı olmaktan, resmin bütününü sorgulayamayan ve sadece belli teknikleri uygulayabilen bir teknisyen olmaya indirger. Bir başka etik sorun da sayısallaştırılamayanın korunmaya değer görülmemesidir. Örneğin belli bir bitkiyi endemik kılan, yetiştiği bölgenin organik ve inorganik yapı ve süreçlerinin karmaşık ilişkileri sonucu oluşan ortamdır. Bu ortam içindeki o bitki sayısallaştırılabilirken, ortamı oluşturan karmaşık süreçler ve ilişkiler sayılara indirgenemediklerinden korunmaları da düşünülmez.
Oysa ekoloji yanlısı bir yaklaşım ilişkisel ve dinamik bir yaklaşımla, öncelikle habitatları içerdiği ilişki ve süreçleri parçalamadan, bütünselliği içinde ele alarak bir takım tekniklerle ölçülebilecek kategorilere ayırmazdı. Bu durumda var olan koruma derecelerini indirmek yerine yükseltmek gerekecekti. Ekoloji yanlısı bilimsel bir yaklaşım, Gökova bölgesindeki önceki daha yüksek koruma derecelerine sahip alanların bile sınırlarının, aslında habitat bölünmesine yol açtığını görüp koruma alanını bu durumu düzeltecek biçimde genişleten bir yaklaşım benimseyecekti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Doğal SİT’lerin tespit edilmesi için belirlediği teknik esaslarda “temel yaklaşım; kritik türlerin yayılım sınırları esas alınarak alanın tür çeşitliliğinin (flora ve fauna), habitat özelliklerinin, yayılım ve beslenme alanı sınırlarının tespit edilmesidir” (s.7) dendiği ve bu raporlarda habitat bütünlüğünün göz önüne alınması doğal sitlerin genel değerlendirilmesinde önemli kriterlerden biri olduğu halde (s.15) Dört Mevsim Ekoloji Temelli Bilimsel Araştırma Raporu’nda bu yapılmamıştır. Bu da raporlar hazırlanırken kendi iç mantığına bile uyulmadığını gösterir.
Yine ekoloji yanlısı bir yaklaşım, çalışma yapılan alanda ekolojik açıdan bir bozulma gördüğünde buranın koruma derecesini düşürmek yerine bu bozulmanın nedenlerine inerek, onu onaracak, mümkünse eski haline getirecek önlemler alınmasını sağlayacak şekilde yönetim planları oluşturulmasını öngörmeliydi. Örneğin, Gökova doğal sit alanında olumsuz etkilere yol açan insan kaynaklı etkenler olarak yapılaşma, kaçak avcılık, tarımsal, turizm ve endüstriyel aktiviteler vb. gösterilmiştir. Bütünsel olarak bakıldığında olumsuz etki düşük olarak saptanmıştır (Tablo 18 )[1]. Bu durumda yapılması gereken, daha fazla bozulmaya yol açmadan, bu olumsuz baskıyı azaltmaya yönelik önlemlerin alınmasıdır. Oysa gerçekte, eskiden 1. Derece sit statüsüne sahip çok büyük bir alanın koruma derecesi düşürülmüş ya da koruma kapsamından çıkarılmıştır. Bu durum Gökova Doğal Sit Alanının önceki ve Rapor’da önerilen ve onaylanan haliyle yeni durumunu gösteren aşağıdaki haritalarda açıkça görülmektedir.
Raporda AHP hesaplamaları sonucu doğal sit alanının ağırlıklı olarak nitelikli ve sürdürülebilir koruma özellikleri göstermesine karşın, alanın küçük bir kısmının “Kesin Korunacak Hassas Alan” statüsünde bırakıldığı bir lütuf gibi belirtilmiştir. Gerekçe olarak,
“Gökova Doğal Sit Alanı’nın klimaks safhadaki doğal ormanlık ve makilik kısmı flora, fauna ve ekosistem açısından birlikte değerlendirildiğinde “alan, birçok küresel ve ulusal ölçekte dar yayılışlı türe ev sahipliği yapması, bölgesel ve ulusal ölçekte olağanüstü ekosistemleri barındırması, genel olarak insan etkisinden uzak olması, kendine özgü koruma amaçlarına ters düşecek nitelikteki insan faaliyetlerini bünyesinde bulundurmaması, basit müdahalelerle yönetilebilir özeliklere sahip olması” gibi nedenler göz önüne alındığında incelenen bu doğal alan “Kesin Korunacak Hassas Alan” özelliği taşıyan bir alan olarak değerlendirilmiştir (s.147).
AHP’de çıkan sayısal sonuçlara bakılmaksızın, alanın bütün bu niteliksel özellikleri dikkate alınarak tümüyle Kesin Korunacak Hassas Alan statüsünde olmasının önünde ne engel vardı?
Uygulanan AHP tekniğinin bir başka sakıncası statik olmasıdır. Yani sadece araştırmanın yapıldığı dönemin verilerine göre belli sayısal kriterlerin sağlanıp sağlanmadığına bakılarak koruma dereceleri saptanmış, Gökova Bölgesi ile ilgili daha önce yapılan çok önemli çalışmalar göz önüne alınmamıştır.
Zaman
içindeki değişmelerin göz ardı edilmesi nedeniyle önceki daha yüksek koruma
derecesinin düşürülmesi yeterince gerekçelendirilememiştir. Oysa Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Doğal sit alanlarına ilişkin
Teknik Esaslar raporuna göre,
“Mevcut alanların değerlendirilmesi ve yeniden tespit yapılması için
öncelikle ön inceleme yapılır ve ön değerlendirme raporu düzenlenir. Ön
değerlendirme raporu neticesinde, bilimsel araştırma çalışmasının gerekliliğinin
ortaya konulması durumunda Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu
yapılır……(s.4). Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporuna ihtiyaç olup
olmadığının belirlenmesi için öncelikle varsa bu alana özgü yapılmış bilimsel
çalışmalardan faydalanılacaktır” (s.8) denmektedir.
Oysa Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Rapor’dan önce bir ön
değerlendirme raporunun hazırlanıp hazırlanmadığı belli olmadığı gibi, Bölge
ile ilgili önceki bilimsel çalışmalardan yeterince yararlanılmadığı
kaynakçasından anlaşılmaktadır. (Bölge ile ilgili değinilmeyen önemli
çalışmalara ikinci bölümde ayrıntılı olarak yer verilecektir.) Bu durumda
raporda ele alınan alanlar, sadece statik bir biçimde içerdiği türlerin belli
kriterlere uyup uymadığına göre değerlendirilmiş, koruma derecesi düşürülen
alanların bu düşürmeyi gerekçelendirecek biçimde önceki durumuna göre nasıl bir
değişim gösterdiği açıklanmamıştır. Zaman içindeki değişmelerin göz önüne
alınmasını önleyen bu yaklaşım, ele alınan bölgede varsa ekolojik tahribatın nedenlerini
de ortaya çıkarmakta yetersiz kalır. Oysa ekoloji yanlısı bir yaklaşım yukarıda
belirtildiği gibi bozulmanın nedenlerini ortaya çıkarıp bunları gidermeye
yönelik olurdu.
En önemli eleştiri de raporun fırsatçı mantığına yapılmalı. İster dinamik bir analizle zaman içinde, isterse de statik bir analizle araştırmanın yapıldığı dönemde olsun, ele alınan alanda niteliksel ve/veya niceliksel bozulmaların ortaya çıktığı saptandığında yapılması gereken, nasıl olsa bozulmuş mantığıyla buraların koruma derecesinin düşürülerek yeni yatırımlara açılması değil, tüm ekosistem için değerli ve yaşamsal öneme sahip söz konusu habitatlar daha fazla tahribata uğramadan olabildiğince bu tahribatın önlenmesi için gereken tedbirlerin alınması biçiminde olmalıydı. Öncesinde daha yüksek koruma derecesine sahip alanların koruma derecesinin düşürülmesi, bu raporların fırsatçı bir mantıkla hazırlandığına işaret etmektedir. Oysa bilimsel olma iddiasındaki bir rapor, yatırımcılara yeni yatırım fırsatları açma kaygısından çok ekosistemin korunması yanlısı olmalıydı. Ancak bu durumda adına yakışır şekilde “ekolojik temelli” bilimsel rapor olabilirdi.
Biyoçeşitliliğin hızla azaldığı, ormansızlaşmanın hızlandığı, ekolojik
krizin kendisini her zamankinden çok hissettirdiği ve yaşam ortamlarını tahrip ettiğimiz
canlılardan bulaşan virüslerle hayatımızın keskin bir biçimde değiştiği bir
dönemde doğal alanların nitel ya da nicel hiçbir gerekçeyle koruma derecesinin
düşürülmesine izin verilmesi kabul edilemez. Bütün çabaların var olanın
korunmasının ötesinde, doğanın kendisini olabildiği ölçüde yenilemesine,
onarmasına olanak verecek düzenlemeler yapılması yönünde olması elzemdir.
Gökova Raporunun
Hazırlanış Süreci ve İçeriği Hakkında Eleştiriler
Dört Mevsim Ekolojik Temelli Araştırma Raporunun hazırlanış sürecinde katılımcılık, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkelere
uyulmamıştır. Aksine raporlar hazırlanırken halk ve ilgili
taraflar haberdar edilmediği gibi yıllarca “sır” olarak tutularak halkın
gözünden kaçırılmıştır.
BİMER'den yapılan bilgi edinme talebine verilen yanıt |
Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi
(Barselona) Sözleşmenin Akdenizde Özel Koruma Alanları ve Biyolojik Çeşitliliğe
İlişkin Protokol’ünün 19. Maddesinde;
“KAMUOYUNA AÇILMA, ENFORMASYON, KAMU BİLİNCİ VE EĞİTİM
1. Taraflar, özel koruma alanlarının, sınırlarının, bunlara
uygulanabilir düzenlemelerin tesisi ve korunan türlerin, yaşama
ortamlarının ve bunlara uygulanabilir düzenlemelerin adlandırılması konularında
uygun biçimde kamuoyuna bilgi vereceklerdir.
2. Taraflar kamuoyunu özel koruma alanlarının ve türlerin
menfaati ve değeri ve doğanın esirgenmesi bakış açısından ve diğer bakış
açılarından kazanılabilecek bilimsel bilgilerden haberdar etmeye
çalışacaklardır. Bu tür bilgilerin eğitim programlarında uygun bir yeri olması
gerekir. Taraflar aynı zamanda kamuoylarının ve esirgeme örgütlerinin çevresel
etki değerlendirmesi dahil olmak üzere ilgili alanlarını ve türlerin korunması
için gerekli olan önlemlere katılımını desteklemeye çalışacaklardır.”
denilmektedir.
Gökova Dört Mevsim Bilimsel Temelli Araştırma Projesi ve raporuna
dayanarak bölgenin doğal sit alanlarının tamamının koruma statüleri
değiştirilerek Barselona Sözleşmesinin yukarıdaki maddesi açıkça ihlal
edilmiştir.
Proje sürecinde halkın bilgi alma ve karar alma
süreçlerine katılımı engellenmiştir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Muğla Bölgesinde sit alanlarının koruma derecelerini yeniden değerlendirmesinde dayanak olarak gösterdiği, bir Gayrimenkul şirketine (Enisa Arsa Arazi Değerlendirme Ofisi) hazırlatılan 'Muğla Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu adeta bir devlet sırrı gibi kamuoyundan gizlenmiştir.
Muğla Ekolojik Temelli Araştırma Projesinin ihale ile bir Gayrimenkul şirketine verilişinin belgesi |
Rapor, bölgede yaşayan birçok yurttaşın anayasal Bilgi Edinme Hakkı çerçevesinde talep etmesine rağmen kamuoyu ile paylaşılmamıştır. Proje ancak 4 yıl sonra dava konusu olduğu için görülebilmiştir. Buna karşın Gökova Bölgesi ile ilgili tüm sit değişiklikleri onaylanmıştır.
Gökova Raporuna Muğla Bölge Komisyonundan verilen onay |
Raporun Gökova ile ilgili bölümünü değerlendirip onaylayan Tabiat Varlıklarını Koruma Muğla Bölge Komisyonu'ndaki 7 kişiden 4'ü Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın kadrolu çalışanıdır ve Ankara’da görevlidirler. Bu kişilerin raporu onaylamak üzere Ankara'dan Muğla'ya gönderildiği anlaşılmaktadır. Raporun onay belgesinde iki komisyon üyesinin ise 'bulunamamış' olduğu belirtiliyor. Raporda imzası olan tek Muğla temsilcisi ise ÇŞB İl Müdürüdür, yani yine Bakanlığın kendi personelidir. Rapor, yerel hiçbir kurumun temsilcisine yer verilmeyen bir sözde 'Bölge' komisyonunda Bakanlığın merkezden görevlendirdiği kişilerce değerlendirilmiş ve onaylanmıştır. Yani Bakanlık kendi hazırlattığı raporu yine kendisi değerlendirmiştir. Raporun bölgede (Muğla) değerlendirilme sürecinde Bakanlığın kendi personeli dışında ne yurttaşların ne yerel yönetimlerin ne de başka kurumların katılımına izin verilmemiştir. Çok sayıda yurttaşın 'Muğla Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu'nu BİMER üzerinden talep etmesine rağmen raporun içeriği çalışmaların devam ettiği gerekçesi ile paylaşılmamıştır. Ancak söz konusu rapora dayandırılarak Gökova ÖÇK Bölgesi için sit derecelerinin değişikliği Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından imzalanarak yürürlüğe girmiştir. Değişikliklerin onayı öncesinde askı süreci dahi yürütülmemiştir. Raporu Muğla halkından hiç kimse görmeden değişiklikler yasalaştırılmıştır. Söz konusu rapor, Muğla Çevre Platformu’nun konuyu Avrupa Parlamentosu’na taşıması ile Türkiye Hükümetinden resmen talep edilmesine rağmen AP’ye dahi gönderilmemiştir.
Çevre ile ilgili bir bilimsel raporun böylesine şeffaf olmayan bir süreçte
hazırlanıp onaylanması Barselona Sözleşmesi ve Bilgiye Erişim, Karar Alma
Süreçlerine Katılım ve Çevresel Adalete Erişim Sözleşmesi (Aarhus)’ne
aykırıdır. Türkiye her ne kadar Aarhus Sözleşmesini imzalamamış olsa da Avrupa
Birliği’nin birlik olarak taraf olduğu bu sözleşme Birliğe üye veya aday
ülkelerin tümü için bağlayıcıdır.
Literatür çalışmasında Gökova Bölgesi ile ilgili daha önce
yapılmış bilimsel çalışmaların önemli bir bölümü dikkate alınmamış. Oysa
bölge bir çok çalışmaya konu olmuştur.
Örneğin, aşağıda belirtilen yayınlar raporun kaynakçasında yer almamaktadır:
- Gökova
Özel Çevre Koruma Bölgesi (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı)
- Gökova İç
Körfezinde Flora ve Fauna (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi)
- Gökova
İç Körfezinde Su Kalitesi ve Denizel Biyoçeşitlilik (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi)
- Gökova
İç Körfezi Sosyo-Ekonomik Çalışması (Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi)
- Gökova
İç Körfezinde Tarımsal ve Evsel Kaynaklı Kirlilik (Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi)
- Gökova
Bütünleşik Kıyı Alanları Yönetimi Eylem Planı (Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi)
- Gökova
ÖÇKB Kıyı ve Deniz Alanlarının Biyolojik Çeşitliliğinin Tespiti (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı)
- Gökova
ve Datça-Bozburun ÖÇKB’lerinde Mevcut Balıkçılık ve
Sosyo-ekonomik Araştırmaların İncelenmesi Raporu
- Gökova
Körfezi Balıkçılığa Kapalı Alanlar (SAD-AFAG)
- Gökova
ÖÇKB Kıyı ve Deniz Alanları Bütünleşik Yönetim Planlaması
- Uluslararası
Yavaş Kentler Birliği (Cittaslow) Kriterleri
- Azmak
Yönetim Planı Hükümleri
- Kadın
Azmağında Biyoçeşitlilik – Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
- Gökova’da
Yürütülen Kıyı Alanları Yönetimi Temelli Projeler Envanteri ve
Korumada Verimlilik – SAD
- Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünce Gökova ÖÇK Bölgesinde Yürütülen
Çalışmalar – ÖÇKK
- Yerel
Çözümlerle Gökova Havzasında Biyolojik Çeşitliliği Koruma ve Artırma
Projesi – GAS-DER
- Gökova
Erosion Report
- Economic
Assessment of Gökova Special Environmental Protection Area
- Putting
PEEN to Practice in Marine and Coastal Areas A demonstration project
ensuring the ecological resilience, coherence and sustainable future of
Gökova Bay SEPA in Turkey
- Gökova
ÖÇKB Kadın Azmağı ve Çevresinin Koruma-Kullanma Usül ve Esasları –
11.11.2016
- Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi'ndeki Su Samuru (Lutra Lutra) Popülasyon ve Yaşam Alanlarının İzlenmesi
- Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesindeki Su Samuru Habitatları
- Su Samurunun (Lutra lutra) Muğla Çevresinde Yayılışı
- Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi Su Samuru Koruma ve İzleme Projesi
Bu çalışmalara yer verilmemiş olması, hazırlanan Gökova Dört Mevsim
Ekolojik Temelli Bilimsel Raporu’ndaki bilimsel verileri daha önceki bilimsel
çalışmalarla karşılaştırma imkanını ortadan kaldırmaktadır. Raporda önceki çalışmalarda ortaya konulan bilimsel verilerle çelişen yeni verilerin ortaya
konulması, raporun bilimselliğine gölge düşürmektedir.
Önceki çalışmalara başvurularak alandaki değişikliklerin göz önüne alınmaması, bu raporun dayandırıldığı 12 Temmuz 2012’de Resmi Gazetede yayınlanan Korunan Alanlar Yönetmeliğinde belirtilen “Korunan alanların statüsünün belirlenmesi ve değerlendirilebilmesi için zamana bağlı değişimleri ortaya koyan ekolojik süreçler tanımlanır” Madde 5(a) ilkesinin yerine getirilmemesi anlamına gelmektedir.
Gökova sulak alanında yaşayan ve Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınmış olan, nesli tükenme tehdidi altındaki Su Samuru (Lutra Lutra), bu raporda hiç söz edilmeyerek yok sayılmış.
Bu durum raporun hazırlanmasında gereken özenin gösterilmediğine işaret ettiği gibi, raporun kendi kategorileştirmesine bile uyulmadığını göstermektedir. Çünkü raporun hazırlanmasında kullanılan kategorileştirmede ve korunan alanlar yönetmeliğinde bir türün nesli tükenme tehdidi altında olması hassas korumayı gerektirmektedir.
Su samuru ile ilgili aşağıdaki bilimsel çalışmalar, Gökova Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Raporu’nda dikkate alınmamıştır:
- Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi'ndeki Su Samuru (Lutra Lutra) Popülasyon ve Yaşam Alanlarının İzlenmesi
- Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesindeki Su Samuru Habitatları
- Su Samurunun (Lutra lutra) Muğla Çevresinde Yayılışı
- Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi Su Samuru Koruma ve İzleme Projesi
Bizzat Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı kurumlar tarafından
yapılan bu projelerle su samurunun bölgedeki varlığı ortaya konmuştur.
Tüm bu çalışmaları dikkate almaksızın, yalnızca birkaç saha ziyareti ile
bu türün artık bu bölgede yaşamadığına nasıl karar verilebilir? Hem de bölgede hala türün varlığına tanıklık eden
insanlar varken. Saha gezisinde bu türe
rastlanmamış olabilir, ancak proje yürütücüleri yerel halk ve sivil toplum
örgütleri ile görüşseydi bu bilgilere kolayca erişebilirlerdi. Kaldı ki,
projenin sahibi olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kendisinin yaptığı
bilimsel çalışmalardan haberdar olmaması söz konusu olamaz.
Projede dikkate alınmayan bölgedeki su samurlarının varlığına dair daha önce yapılmış bilimsel çalışmalardan birisi olan Su Samurunun (Lutra lutra) Muğla Çevresinde Yayılışı başlıklı çalışmada izlenen yöntemle ilgili şu ifade yer alıyor:
"Çevre Bakanlığı
Özel Çevre Koruma Müdürlüğü ile Muğla Üniversitesi arasında yapılan‚ Gökova-Akyaka Özel Çevre Koruma Bölgesi'ndeki azmaklarda yaşayan su samurları
(Lutra lutra)'nın mevcut durumlarının araştırılması ve koruma stratejilerinin
belirlenmesi Projesi‚ protokolü gereği Haziran 1998 - Ağustos 1999 tarihleri
arasında Akyaka Kadın Azmağı'na ekip halinde gidildi. Burada su samurlarının
yaşadığı yerler tespit edilerek 4 istasyon seçildi. Bu istasyonlarda belirli
aralıklarla dışkı toplandı ve analiz ettirildi.
Ayrıca su samurları
gece aktif olduğundan araştırma süresince 7 kez (1 - 3 gün) saat 19.00 - 07.00
arası belirlenen istasyonlarda gözlem yapıldı. Su samurlarının çıkardıkları
sesler dinlendi. Fotoğrafları çekilmeye çalışıldı."
Bakanlığın kendisinin Muğla
Üniversitesi ile birlikte yaptığı ve nedense Gökova Dört Mevsim Ekolojik
Temelli Bilimsel Araştırma Projesinde yer verilmeyen bu bilimsel çalışmadan, su
samurunun varlığının izlenebilmesi için aslında uzun süre geceleri de saha
çalışması yapılması gerektiğini öğreniyoruz.
Akıllara şu soru geliyor: su samurundan hiç söz etmeyerek bir anlamda
yok olduğuna hükmeden bilim insanları neden
meslektaşlarının yöntemini izleyerek geceleri de istasyon çalışmaları yapmamışlardır?
Düşündürücü olan
diğer nokta, yapısı ve mevzuatı değiştirilmeden önce Çevre Bakanlığı’na bağlı,
nispeten özerk bir kurum olarak çalışan ÖÇKK su samurlarının mevcut durumlarının
araştırılması ve koruma stratejilerinin belirlenmesi için bir üniversite ile işbirliği
içinde proje yürütebiliyordu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ihdas edilip ÖÇKK
özerkliği yok edilerek bu Bakanlığa bağlı bir bürokratik yapıya
dönüştürüldükten sonra bu tür çalışmalar artık Bakanlık tarafından hizmet satın
alımı şeklinde ihale ile yapılır hale geldi. Bu dönüşümün sonucunda artık
ekolojik temelli bilimsel çalışmalar adeta asıl niyeti açık eder biçimde bir
gayrimenkul şirketine ihale edilebiliyor, o şirketin yaptırdığı yukarıda
örneklediğimiz gibi bilimsel ciddiyetle bağdaşmayan çalışma ile su samurlarının
yaşam alanları "modifiye alan" olarak sınıflandırılıp uluslararası
sözleşmeler gereği korunması gerekirken yok ediliyor.
Gökova Bölgesinde var olduğu bildirilen ve Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınmış bu türden daha
önce yapılmış bu çalışmalar varken hiç söz etmemek projenin biyolojik
çeşitliliği koruma saiki ile yapılmadığını ortaya koyar ve bilimselliğini
sorgulanır kılar. Yine Korunan Alanlar Yönetmeliğinin “Doğrudan ve dolaylı
çevresel etkilere karşı hassas tür ve habitatları içeren duyarlı alanlara
öncelikli olarak koruma statüsü verilir”. Madde 5(d) ilkesine de uyulmamıştır.
Raporda insan etkisi ile doğallığını kaybetmiş alanlar “Modifiye
Alanlar” şeklinde sınıflandırılarak
korumaya değer alan konumunun dışına çıkarılmış.
Önceki birçok bilimsel çalışmada Gökova 1. Derece Doğal Sit Alanlarının turizm baskısı nedeni ile doğal yapısını yitirme tehlikesi altında olduğu ve tehlikenin önüne geçilmesi için yönetim planları oluşturulması gerektiği raporlanmıştır. Hal böyle iken Gökova Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporunda tehdit altında olan alanların korunmasına yönelik bir çalışma öngörülmemiş. Tam tersine, bu alanlar “Modifiye Alanlar” olarak sınıflandırılarak “..alanın doğallığı özellikle modifiye alanlarda ve yerleşim yerlerinde tamamen ortadan kalkmıştır” deniliyor. Yani bu alanların doğal alan statüsünden tamamen çıkarıldığı anlaşılıyor.
Gökova Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporunda doğallık kriterleri |
Korumayı değil kullanmayı öncelikleyen bu yaklaşım da projenin doğayı
koruma saiki ile yapılmadığını ortaya koyuyor. Su Samuru örneğinde olduğu gibi,
Bern Sözleşmesi ile koruma altında olan bir türün yaşam alanı, insan baskısına
karşı korunmak yerine modifiye alan olarak tanımlanarak tamamen yok olmaya
mahkûm edilmektedir. Doğal yapının geri dönüşü olmayacak şekilde kaybedildiği
vurgusu ile gelecekte bu alanın geri kazanılması yönünde yapılacak çalışmaların
da önü kesilmiş oluyor.
Bu durum koruma alanları yönetmeliğinin “Korunan alanların doğallığını
muhafaza etmek ve mevcut koruma değerlerinin devamlılığının sağlanması esastır”
Madde 5(l); ve Korunan alanlarda bozulmuş ya da bozulmaya yüz tutmuş ekosistem
ve habitatların onarılması, ekolojik rehabilitasyonu, ekolojik
restorasyonu yapılır.” Madde 5(h) ilkelerine de aykırıdır.
Doğal eşikler Doğal Sit Alanlarını daha iyi korumak için değil,
koruma dışına çıkarmak için dikkate alınmış.
Raporun sonuç bölümünde doğal sit alanlarının doğal eşiklere oturtulması
ile karasal doğal sit alanlarının büyüklüğünde daralma olduğu belirtiliyor.
Literatür çalışması yapıldığı belirtilmesine rağmen, bizzat Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nın ana paydaşı olduğu SMAP III Gökova Projesinin bilimsel
çıktılarına kaynakça bölümünde yer verilmediğini
görüyoruz. Bu önemli AB Projesinin çıktılarından birisi olan Gökova İç Körfezinde Tarımsal ve Ev Kaynaklı
Kirlilik Raporunda
Gökova Ovasını sulayan ve bir kısmı ÖÇK Bölgesi sınırları dışında kalan Çay
Deresi havzasının aslında doğal bir bütünlük arz ettiği, su havzasının gıda
ve çevre güvenliğinin sağlanması gerektiği, bunun için de su yönetimi
yapılmasının gerekli olduğundan söz ediliyor (bkz a.g.e, sayfa 41). Gıda
ve çevre güvenliğini sağlamak için havza yönetimi anlayışıyla yer altı ve yer
üstü su kirliliği izleme çalışmaları yapılması gerektiği, Gökova ÖÇK
Bölgesinin sınırının hemen dışında yer alan taş ocaklarının
faaliyetlerinin Gökova ÖÇK Bölgesine zarar verdiği, bunların faaliyetlerinin
durdurulması gerektiği bu raporda yer alıyor.
Eğer bu bilimsel çalışma dikkate alınmış olsa idi, önerildiği gibi Gökova
ÖÇK Bölgesi sınırının “doğal eşik” kriterine uygun olarak tüm Çay Deresi
havzasını koruyacak şekilde genişletilmesi gerekirdi. Ancak tam tersine, koruma
alanının doğal eşik sınırlarına genişletilmesi bir kenara, bu bölgenin koruma
statüsü tamamen kaldırılmış. Bırakınız su havzasının bir bütün olarak
korunmasını, Çay Deresi Havzası ile birlikte Gökova Mahallesi ekolojik
değer olmaktan tamamen çıkartılmıştır. Böylece Gökova ÖÇKB’yi zehirleyen,
bölgedeki zeytinlikleri, ormanları, su havzasını yok eden taş ocaklarının
faaliyetlerinin meşrulaştırılmak istendiği çok açıktır. Yani ekolojik
temelli değil, açıkça rant temelli bir “doğal eşik” çalışması yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Bu durum koruma alanlarına ilişkin yönetmeliğe de uymamaktadır. Bu
yönetmeliğe göre: “Korunan alanların içinde ve birbiriyle ilişkili korunan
alanlar arasında, ekolojik koridorlar tesis edilir”. Madde5(g) ve korunan alanlarda ekosistem işlevlerinin
sürekliliğini amaçlayan yönetim planı çalışmaları yapılır Madde 5 (f)
ilkelerine aykırıdır.
Rapor, Doğa Koruma Alanlarının korunması ile ilgili uygulamadaki
zaaflara değinmiyor, daha iyi koruma ile ilgili hiçbir öneri getirmiyor.
Mevcut durumun fotoğrafını çekme iddiasında bulunan bir çalışmada koruma
ile ilgili yaşanan sorunların da irdelenmesi, eksikliklerin raporlanması
beklenirdi. Ne yazık ki bu tür
sorunlara hiç değinilmiyor.
Ekolojik temelli bilimsel bir çalışmadan, doğa koruma mevzuatı ile
ilgili eksikliklerin de belirlenmiş
olması ve giderilmesi için
öneriler getirilmiş olması beklenirdi. Örneğin, Türkiye Barselona Sözleşmesi’ne
taraf olmakla birlikte sözleşmenin yedi protokolünden birisi olan Akdeniz’de Bütünleşik Kıyı Alanları
Yönetimi Protokolü’nü (ICZM) imzalamamıştır. Bu eksiklik, Gökova’da olduğu
gibi biyolojik çeşitlilik açısından zengin kıyı ekosistemleri için yönetim
planlarının oluşturularak etkili yönetilmesinde zafiyet oluşturmaktadır. SMAP
III Gökova Bütünleşik Kıyı Alanları Yönetim Projesi tam da bu nedenle sonuca
ulaşamamış, projenin sonuç raporunda da mevzuattaki eksikliklere dikkat
çekilmiştir.
Sonuç:
Yukarıdaki saptamalar, Gökova Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel
Araştırma Raporu’nun biyolojik çeşitliliği koruma niyeti ile hazırlanmadığını
ortaya koyuyor. Halkın katılımını dışlayarak, şeffaf ve katılımcı olmayan
hazırlanış şekli ile bu proje, Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğin korunması yönünde taraf
olduğu birçok uluslararası sözleşmeyi de ihlal ediyor. Eğer uluslararası sözleşmelerin
öngördüğü gibi katılımcı ve şeffaf bir proje çalışması yürütülse idi, yerel
paydaşların katkısı ile eksikleri giderilebilir ve doğal yaşam alanları için
koruma statülerini düşürmek ya da ortadan kaldırmak yerine daha iyi koruma
sağlayan bir rapor hazırlanabilirdi. Kamuoyundan gizleyerek yapılan bu çalışmada,
daha en başından kamunun değil yalnızca proje sahiplerinin amaçlarına uygun
sonuçlar çıkarmanın hedeflediği anlaşılıyor. Yoksa bir bilimsel çalışma neden
kamuoyundan gizlenmek istenebilir?
Aslında 18 Ekim 2017 tarihinde Gökova Bölgesi Sit Değişikliklerinin onaylanması üzerine Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün Bodrum’da düzenlediği bilgilendirme toplantısında Genel Müdür Kemalettin Tekinsoy’un bir soruya verdiği cevap itiraf niteliğindeydi. Sit alanlarını yeniden değerlendirme çalışması tüm Muğla için yapılmasına rağmen neden yalnızca Gökova bölümünün onaylandığı sorusuna Tekinsoy şu şekilde cevap vermişti: “Gökova ÖÇKB içinde bulunan Okluk Koyu’nda Cumhurbaşkanımızın konutunun inşaatı söz konusu. Bu inşaatın bir an önce başlayabilmesi için Gökova bölümünü öne aldık, diğer bölümleri de sırası geldiğinde onaylayacağız”. Okluk Koyu 1. Derece Doğal Sit Alanı iken mümkün olmayan bu inşaatın bir an önce başlayabilmesi için Gökova Raporu apar topar onaylanmıştı. Ne yazık ki uluslararası sözleşmelerle korunan bu bölgede on binlerce ağaç kesilerek, yurttaşların arazileri kamulaştırılarak gerçekleştirilen bu inşaat ile hem karasal hem denizel ekosistemler tekrar geri gelmemek üzere yok edildi. Yalnızca bu örnek bile kararların bilimsel çalışma yapılmadan çok önce verildiğini, bir gayrimenkul şirketine hizmet satın alımı şeklinde yaptırılan 'Muğla Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu'nun da bu kararlar doğrultusunda adrese teslim ısmarlama bir iş olduğunu gösteriyor. Politik kararlar doğrultusunda bilim ne yazık ki araçsallaştırılmıştır.
Koruma statüsü düşürülerek başlatılan Okluk'taki Cumhurbaşkanlığı konutu inşaatı |
Bu değerlendirme çalışmamızda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Türkiye genelinde aynı yöntemle yürüttüğü Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma çalışmalarının yalnızca Gökova bölümünü irdeledik. Bilimsellik, ekoloji, ulusal ve uluslararası mevzuat açısından yaptığımız bu değerlendirme vahim bir tablo ortaya koyuyor. Doğal sit alanlarının yeniden değerlendirilmesi yalnızca Muğla için değil, ülke geneli için yapıldığı düşünüldüğünde, aynı bilimsel ciddiyetsizlik, gizlilik, hak ve hukuk tanımazlığın diğer bölgelerde de tekrarlandığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak ülkemizin tüm doğa koruma alanları yatırımcılara hızlı rant sağlamak adına büyük bir betonlaşma tehdidi altına girmiştir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı, ülkemizin ekolojik değerleri daha fazla tahrip edilmeden doğal sit alanlarının yeniden değerlendirilmesinden vazgeçmeye, doğayı, yurdunu seven tüm yurttaşlarımızı, bilim, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşlarını bu ekolojik yıkım projesine karşı birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.
Muğla Çevre Platformu Gökova Meclisi
[1] Aynı raporda, Tablo 17 ve 18’deki yorumla çelişir şekilde,
Tablo 2’de alanın önemli bir kısmı farklı şekillerdeki antropojenik etkiler
nedeniyle doğallığını kaybetmiş ve modifiye alan tipine dönüşmüştür
denmektedir. Raporda bu tür çelişik ifadeler oldukça fazladır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder