Sayfalar

25 Ekim 2017 Çarşamba

Ekolojik Temelli “Sırlar” ve Sitlerin Yeniden Değerlendirilmesi

(Şşşşttt aramızda kalsın !.. Yaymayın.. Beğenmeyin..)



Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB)’na bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma (TVK) Genel Müdürlüğü, Muğla Doğal Sit Alanlarının Yeniden Değerlendirilmesi çalışması hakkında 18 Ekim 2017’de Bodrum’da bir “Bilgilendirme Toplantısı” düzenledi. Sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katıldığı toplantıda Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürü ve üst düzey bürokratlar sunumlar yaptılar, katılımcıların sorularını cevapladılar.

Önce söz konusu çalışmanın geri planına kısaca bir bakalım. Bakanlığın sitleri yeniden
Doğal Sit Alanları Bilgilendirme Toplantısı - Bodrum
değerlendirme girişimi, doğa koruma alanlarının yasal koruma kalkanını ortadan kaldırdığı eleştirileri ile Muğla kamuoyunda bir yıldır büyük bir infiale yol açmış durumda. Bakanlığın bu çalışmayı dayandırdığını söylediği “Muğla Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu” nu bir gayrı menkul şirketine ihale ile hazırlatması ise, söz konusu bilimsel çalışmaya “ısmarlama”  yaptırıldığı eleştirilerine yol açmıştı. Bu raporun kamuoyu ile paylaşılmaması kafalardaki soru işaretlerini iyice arttırdı. Sürecin bölge halkının, sivil toplum örgütlerinin, bilim camiasının katılımına izin verilmeden, tamamen kapalı bir süreçte yürütülmüş olması, Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi ile ilgili sit değişikliklerinin  askıya dahi çıkarılmadan onaylanması, eski mevzuata göre yasal olarak mümkün olmayan ama Gökova Paftasının onaylanması ile Okluk Koyu’nda başlatılan Cumhurbaşkanlığı Konutu inşaatı bu süreçte öne çıkan diğer can yakıcı konulardı. Gökova Paftasına  ön onayı veren, 7 kişiden oluşan TVK Muğla Bölge Komisyonu’nun 4 üyesinin Bakanlığın Ankara ofisinde çalıştığını, raporu “değerlendirmek” üzere Muğla’ya gönderildiğini de not edelim. Yani Bakanlık kendi hazırlattığı projeyi “bölgeden” kimse görmeden yine kendisi değerlendirmiş. 

Son olarak da Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın 28 Temmuz 2017’de Dalyan’da bir basın toplantısında “olmuş bitmiş bir şey yok, çalışmalar sürüyor, olgunlaştığında kamuoyunu bilgilendireceğiz” dediğinde aslında  8 ay önce Gökova ile ilgili sit değişikliklerini imzaladığının ortaya çıkması Muğlalıları ayağa kaldırdı. Muğla Milletvekili Akın Üstündağ Bakan Mehmet Özhaseki'yi halka yalan söylediği için istifaya davet etti. Bu arada Muğla Çevre Platformu’nun bileşenlerinden Muğla Mimarlar Odası’nın 26 Eylül 2017’de Gökova Paftasının onaylanmasına karşı İdare Mahkemesine dava açtığını da son bir not olarak belirtelim.

Bodrum toplantıda tüm bu konularla ilgili sorular yöneltildi. Her biri ayrı birer başlıkla değerlendirilmesi gereken ağırlıkta. Bu yazıda yalnızca  TVK yetkililerinin doğal sitlerin yeniden değerlendirilmesini dayandırdıkları temel argümanlar üzerinde duracağız. Bu argümanlar şunlardı:

Özel Çevre Koruma Bölgeleri hiçbir bilimsel çalışmaya dayanmadan belirlenmiş. Bunun sonucunda birçok vatandaş mağdur olmuş, 1. Derece Doğal Sit Alanı içinde kalan yerleşimlerde vatandaş evine çivi çakamaz hale gelmiş. Biz şimdi bu işi bilimsel temellere dayandırarak yaptık, böylece vatandaşların mağduriyetini gidereceğiz.

Bakanlığın şimdi bilimsel temelde yapıyoruz dediği çalışmayı bir gayrımenkul şirketine ihale ile “hizmet alımı” şeklinde yaptırması, bu gerekçeyi “temelden” yerle bir ediyor. Bu şekilde yapılan bir “bilimsel çalışma”yı hiçbir yurttaşın aklının, vicdanının kabul etmesi mümkün değil.  Bilimsel çalışmanın yapıldığı yörelerde hiçbir vatandaş bu bilim insanlarının sahada çalışmasına, yöre halkıyla görüştüğüne şahit olmuş değil. Toplantıda bu bilim insanlarının ne zaman, hangi bölgede, hangi çalışmayı yaptığının yol konaklama faturları ile belgelenmesi talebi sessizlikle karşılandı.

Bu gerekçeyi çürüten diğer gerçeklik ise ebette bilimsel raporun kamuoyuna açıklan(a)mış olması. Açıkça bunun bir “devlet sırrı” olup olmadığı soruldu. Verilen cevap ilginçti; ”Her evin içinde özel konular olabilir. Siz evinizi herkese açar mısınız?”

Yani tüm yurttaşların söz hakkının olduğu kamusal alanlarda ne yapılacağının devletin iç işi olduğu, halkın, yurttaşların orada yerinin olmadığı ima ediliyordu. Ama aynı yetkililer ”katılımcı bir şekilde” sözünü çok sık tekrarladılar. Örneğin bu bilgilendirme toplantısı bir katılımcılık göstergesiydi. Özet olarak Devletin aklında katılımcılık, işler olup bittikten sonra bilgi verme ile sınırlıydı.  Katılımcıların hatırlattığı; “Bilgi Edinme Yasası”, tüm bu çalışmaların temeli olan “Uluslararası Barselona Sözleşmesi” gereği çevre ile ilgili karar alma süreçlerine yerel aktörlerin etkin katılım hakkı gibi konuların bir önemi yoktu. BİMER üzerinden talep edilmiş olmasına rağmen raporun neden paylaşılmadığı sorulduğunda ise; “isteyen dava açabilir, mahkeme uygun görürse o kişi ile paylaşılabilir” denildi. Evet, dava süreci başladı, bakalım mahkemeler ne diyecek bu konuda..

Sayın Genel Müdür Kemalettin Tekinsoy’un “bunlar ayrıca çok bilimsel konular, anlamak uzmanlık ister, biz raporu paylaşsak ne olacak ki, bunları siz nasıl anlayacaksınız?”  şeklindeki cevabı ise en hafif deyimi ile halkın bilgisini “küçümseme” içeriyordu. Bu söz, salonda bulunan ve yıllardır bölgede birçok ekoloji temelli çalışmanın içinde yer almış sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin tepkisine yol açtı.

Özel Çevre Koruma (ÖÇK) Alanlarının hiçbir bilimsel çalışmaya dayanmadan ilan edilmiş olduğu konusu da ilginç. Bakanlığın böyle bir iddiası varsa ve üstelik temel argümanlarından birisi ise bunu belgeleriyle ortaya koyması gerekirdi. Ancak, ilan edildikten sonra bu bölgelerde çok sayıda bilimsel çalışma yapılmış, biyolojik açıdan zenginliği saptanmış, endemik ve tehdit altındaki türler belirlenmiş. Nasıl bir tesadüf ki, "rastgele" belirlendiği iddia edilen ÖÇK Alanlarının bilimsel olarak aslında son derece zengin eko-sistemler olduğu saptanmış bu bilimsel çalışmalarla. Üstelik bu projelerde, bizzat ÖÇK Kurumu'nun ortaklığında ulusal ve uluslararası kuruluşlar, üniversiteler, uzman kuruluşlar,  sivil toplum örgütleri, yerel halk paydaş olarak yer almış. Üstüne üstlük, bu alanların eko-sistemlerinin korunacağı uluslararası sözleşmelerle de taahhüt edilmiş (Barselona, Bern, Rio).

Sonuç olarak, daha önce belirlenen doğa koruma alanları ile ilgi bilimsel çalışma yapılmadığı gerekçesi doğru değil.  Bu çalışmaların birçoğuna Muğla Çevre Platformu’nun elektronik kitaplığından ulaşmak mümkün. Bunların ve daha fazlasının ÇŞB’nin kendi arşivinde de olduğunu sayın yetkililere hatırlatmakta yarar var.

Okluk Cumhurbaşkanlığı Konutu İnşaatı
Vatandaşın “çivi çakamama” sorunun çözüldüğü gerekçesine gelirsek, bunun mevzuatta  özel bir düzenleme ile çok daha kolaylıkla halledilebileceğini düşünüyoruz.  Bunun için olağanüstü büyüklükteki koruma alanını, içinde hiçbir yerleşim yeri barındırmayan, sulak alanları, meraları, ormanları, zeytinlikleri, bakir koyları, kıyıları, hassas eko-sistemleri yapılaşmaya, insan baskısına açarak değil. Vatandaşın çivi çakabilmesini sağlama gerekçesi ile doğa koruma alanlarının neredeyse tamamı bölge dışından gelecek yatırımcılara, ranta, Okluk’ta olduğu gibi “saray” inşaatlarına açılıyor.  Artık “vatandaş” çivi çakabilecek, ama gelecek kuşaklar beton yiyecek.


Doğa Koruma Alanlarının sınırları doğal eşikler dikkate alınmadan, adeta cetvelle çizer gibi belirlenmiş. Biz şimdi doğal eşikleri gözeterek sınırları yeniden belirledik.

“Doğal eşikler”, yani doğal bütünlük arzeden coğrafi yapıların bütün halinde dikkate alınarak yapıldığı iddia edilen değişikliklerin neler olduğunu  Ekolojik Temelli Bilimsel Rapor “sır” olduğu için bilemiyoruz.  Görmediğimiz, bilmediğimiz bir çalışma üzerinden yorum yapmak güç. Ancak, her ne kadar düzeyinin yetmeyeceğini düşünse de,  yıllardır yaşam alanlarını korumak için sahada çalışan, ekoloji alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin, bilim dünyasının diğer üyelerinin bilgisi Sayın Genel Müdürün düşünebileceğinin çok üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazıda diğer konulara girmeyeceğimizi söyledik ama bu raporun kamuoyu ile paylaşılmasının herşeyden önce bir yasal zorunluluk olduğunu bir kez daha hatırlatalım.

Şimdi “cahil cesaretimizle”, doğal eşikler gerekçesinin de temelsiz olduğunu, askıya dahi çıkarılmadan onaylanan Gökova Paftasına bakarak bir örnekle göstermeye çalışalım. “Bakarak” diyoruz, çünkü ortada incelenecek bir bilimsel rapor filan yok, sadece yeni sınırları gösteren bir “jpeg” formatında bir resim var.
Onaylanan Gökova Paftası

2009 yılında tamamlanan SMAP III Gökova Projesi’nin bilimsel raporlarında (bkz.  Gökova İç Körfezinde Tarımsal ve Ev Kaynaklı Kirlilik)  tam da sayın yetkililerin söylediği gibi bir doğal eşik irdelemesi var. Gökova Ovasını sulayan Çay Deresi’nin su havzasından bahsediliyor. Bir kısmı ÖÇK Bölgesi sınırları dışında kalan Çay Deresi havzasının aslında doğal bir bütünlük arzettiği, su  havzasının gıda ve çevre güvenliğinin sağlanması gerektiği, bunun için de su yönetimi yapılmasının gerekli olduğundan söz ediliyor. Gıda ve çevre güvenliğini sağlamak için havza yönetimi anlayışıyla yer altı ve yer üstü su kirliliği izleme çalışmaları yapılması gerektiği,  Gökova ÖÇK Bölgesinin sınırının hemen dışında yer alan taş  ocaklarının faaliyetlerinin Gökova ÖÇK Bölgesine zarar verdiği, bunların faaliyetlerinin durdurulması gerektiği bu raporda yer alıyor  (bkz a.g.e, sayfa 41)
Gökova - Çay Deresi

Eğer bu bilimsel çalışma dikkate alınmış olsa idi, Gökova ÖÇK Bölgesi sınırının “doğal eşik” kriterine uygun olarak tüm Çay Deresi havzasını koruyacak şekilde genişletilmesi, taşocaklarının faaliyetlerinin de durdurulması gerekirdi. Ancak onaylanan düzenlemenin “fotoğrafına” baktığımızda bunun olmadığı gibi, tam tersine bu bölgenin koruma statüsünün tamamen kaldırıldığını görüyoruz. Yani bırakın su havzasının bir bütün olarak korunmasını,  Çay Deresi Havzası ile birlikte Gökova Mahallesi ekolojik değer olmaktan tamamen çıkartılmış ! Sitlerin yeniden değerlendirilmesi", bu bölgede adeta zeytinlikleri, ormanları, su havzasını yok eden taş ocaklarına hayat öpücü olmuş.  Kimse ekolojik temelli filan demesin, açık bir şekilde rant temelli bir doğal eşik çalışması yapılmış.  Ekolojik Temelli Bilimsel Raporu göremediğimiz için bu “ayarlamanın” nasıl temellendirildiğini bilemiyoruz. Eğer bu süreçte, ta en başta,  biz cahilleri de sürece katmış olsalardı naçizane bunları kendilerine anlatırdık. Daha doğrusu hatırlatırdık, zira o raporların altında Bakanlığın imzası var (o zamanki ÖÇKK) !

Eskiden koruma alanları 1., 2. 3. Derece şeklinde ifade ediliyordu. Bu da uluslararası terminoloji ile uyuşmuyordu, uluslararası toplantılarda sorun yaşıyorduk. Şimdi terminolojimizi uyumlu hale getirdik. Artık "Mutlak Korunacak Hassas Alan", "Nitelikli Koruma Alanı", "Sürdürülebilir Koruma Alanı" tanımlarını getirdik.  Ama burada tanımların bire bir değiştirilmesi söz konusu değil. 1. Derece Sit Alanlarını Nitelikli Koruma Alanı yaptık.  İzin verilen faaliyetler bakımından kıyaslandığında Nitelikli Koruma, eskinin 1. Derecesine karşılık geliyor. Böyle bakıldığında biz aslında koruma alanlarının sınırlarını azaltmadık, genişlettik.

Terminoloji değişikliğine bir itirazımız yok, daha net ifade edilen tanımlar elbette getirilebilir. Ancak, uluslararası anlamda üzerinde uzlaşılmış koruma statüleri söz konusu değil. Her ülkenin kendince farklı mevzuatı ve kategorlieri var. Ama doğanın, biyolojik çeşitliliğin korunması konusunda uluslararası sözleşmelerle ortak hedefler ve stratejiler belirlenmiştir. Aslolan altına imza attığınız bu sözleşmelerin gereğini samimiyetl  yerine getirip getirmediğinizdir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın uygulamalarına, hükümetin muhtelif torbalara sokuşturarak birbiri ardına gündeme getirdiği doğayı talan yasa tasarılarına baktığımızda böyle bir samimiyetten söz edebilir miyiz?

Şimdi iki cümle ile de koruma kategorilerinin tanımlarına değinelim. Yeni getirilen tanımlar  sanki  eskilerine bire bir karşılık geliyormuş algısı oluşturulup sonra aşağıya doğru “kaydırma” yapılıyor. Örneğin, 1. Dereceye karşılık olarak getirilen “Mutlak Korunan Hassas Alan” tanımı öncekine  göre bir parça daha iyi koruma getirdiği söylenebilir. Ama eskinin 1. Derece Doğal Sit Alanlarının tamamı bu yeni statüye alınırsa ! Ne yazık ki öyle yapılmıyor, eskinin 1. Derece Doğal Sit Alanlarının çok büyük bölümü “Nitelik Koruma”  veya  “Sürdürülebilir Koruma” statüsüne alınıyor. Daha da vahimi, tamamen koruma dışına çıkarılıyor !

Özetle; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkililerinin Doğal Sit Değişikliklerini dayandırdıkları  temel argümanlar neresinden tutulsa elde kalıyor.  Şu da gün gibi ortada ki; yetkililerin sıklıkla tekrarladıkları “bilimsellik”, “ekolojik”, “şeffaflık”, “katılımcılık” gibi kavramların içleri boş.  Yetkililer nedense “hesap verebilirlik” kavramını pek telaffuz etmiyorlar ama demokrasinin temel değerlerden birisi olarak onu da biz eklemiş olalım.

Hükümete şu çağırıyı yapıyoruz:

Eğer taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler gereği olarak biyolojik çeşitliliği koruma konusunda samimi iseniz;

  • ÇŞB’nin ülke genelinde yürüttüğü Sit Alanlarını Yeniden Değerlendirme çalışmaları durdurun.
  • Önceki mevzuata göre “1. Derece Sit Alanı” olan bölgeler yeni mevzuata göre  “Kesin Korunacak Hassas Alan” olmalıdır. Bu değişiklik,” Yeniden Değerlendirme” adı altında  hiçbir gerekçe ile koruma alanı kapsamı düşürülmeden uygulanmalıdır.
  • Doğa Koruma Alanlarının sınırları “Doğal Eşikler” dikkate alınarak yerel halkın ve sivil toplum örgütlerinin katılımı ile yeniden değerlendirilmelidir.
  • Doğa koruma alanları üzerinde birbirinden bağımsız olarak tasarrufta bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın çalışmaları en kısa zamanda eşgüdümlü hale getirilmeli, yetki karmaşası giderilmelidir.  Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın yürüttüğü Natura 2000 projesi kapsamında biyolojik çeşitlilik envanteri oluşturma çalışmaları  devam ederken ÇŞB’nin aynı alanlarla ilgili ne idüğü belirsiz ekolojik çalışmalara dayanarak sit değişikliklerine gitmesi kabul edilemez bir eşgüdüm sorunudur. 
  • Avrupa Birliği Çevre Mevzuatı (Natura 2000, Biyolojik Çeşitlilik 2020 Stratejik Hedefi), Barselona, Rio, Bern, Aarhus Sözleşmeleri (AB adaylığı üzerinden dolaylı taraflık) ve ek protokollerinin  gerekleri yerine getirilmelidir.  Doğanın ve biyolojik çeşitliliğin daha iyi korunabilmesi ve yönetilebilmesi için kurumların yapıları ve yasal mevzuat güçlendirilmelidir.  Şeffaflık ve karar alma süreçlerine halkın katılımı temel ilkeler olmalıdır.


Serdar Denktaş
Gökova Ekolojik Yaşam Derneği Başkanı
Muğla Çevre Platformu – Bilim Komisyonu Üyesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder