Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB)’na bağlı Tabiat Varlıklarını
Koruma (TVK) Genel Müdürlüğü, Muğla Doğal Sit Alanlarının Yeniden Değerlendirilmesi
çalışması hakkında 18 Ekim 2017’de Bodrum’da bir “Bilgilendirme Toplantısı”
düzenledi. Sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katıldığı toplantıda Tabiat
Varlıkları Koruma Genel Müdürü ve üst düzey bürokratlar sunumlar yaptılar,
katılımcıların sorularını cevapladılar.
Önce söz konusu çalışmanın geri planına kısaca bir bakalım. Bakanlığın
sitleri yeniden
değerlendirme girişimi, doğa koruma alanlarının yasal koruma
kalkanını ortadan kaldırdığı eleştirileri ile Muğla kamuoyunda bir yıldır büyük
bir infiale yol açmış durumda. Bakanlığın bu çalışmayı dayandırdığını söylediği
“Muğla Dört Mevsim Ekolojik Temelli
Bilimsel Araştırma Raporu” nu bir gayrı menkul şirketine ihale ile
hazırlatması ise, söz konusu bilimsel çalışmaya “ısmarlama” yaptırıldığı eleştirilerine yol açmıştı. Bu
raporun kamuoyu ile paylaşılmaması kafalardaki soru işaretlerini iyice
arttırdı. Sürecin bölge halkının, sivil toplum örgütlerinin, bilim camiasının
katılımına izin verilmeden, tamamen kapalı bir süreçte yürütülmüş olması, Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi ile ilgili sit
değişikliklerinin askıya dahi
çıkarılmadan onaylanması, eski mevzuata göre yasal olarak mümkün olmayan ama Gökova Paftasının onaylanması ile Okluk Koyu’nda başlatılan Cumhurbaşkanlığı Konutu inşaatı bu süreçte öne çıkan diğer can yakıcı konulardı. Gökova Paftasına ön onayı veren, 7 kişiden oluşan TVK Muğla Bölge Komisyonu’nun 4 üyesinin Bakanlığın
Ankara ofisinde çalıştığını, raporu “değerlendirmek” üzere Muğla’ya
gönderildiğini de not edelim. Yani Bakanlık kendi hazırlattığı projeyi
“bölgeden” kimse görmeden yine kendisi değerlendirmiş.
Son olarak da Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın 28 Temmuz 2017’de Dalyan’da bir basın toplantısında “olmuş bitmiş bir şey yok, çalışmalar sürüyor, olgunlaştığında kamuoyunu bilgilendireceğiz” dediğinde aslında 8 ay önce Gökova ile ilgili sit değişikliklerini imzaladığının ortaya çıkması Muğlalıları ayağa kaldırdı. Muğla Milletvekili Akın Üstündağ Bakan Mehmet Özhaseki'yi halka yalan söylediği için istifaya davet etti. Bu arada Muğla Çevre Platformu’nun bileşenlerinden Muğla Mimarlar Odası’nın 26 Eylül 2017’de Gökova Paftasının onaylanmasına karşı İdare Mahkemesine dava açtığını da son bir not olarak belirtelim.
Doğal Sit Alanları Bilgilendirme Toplantısı - Bodrum |
Son olarak da Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın 28 Temmuz 2017’de Dalyan’da bir basın toplantısında “olmuş bitmiş bir şey yok, çalışmalar sürüyor, olgunlaştığında kamuoyunu bilgilendireceğiz” dediğinde aslında 8 ay önce Gökova ile ilgili sit değişikliklerini imzaladığının ortaya çıkması Muğlalıları ayağa kaldırdı. Muğla Milletvekili Akın Üstündağ Bakan Mehmet Özhaseki'yi halka yalan söylediği için istifaya davet etti. Bu arada Muğla Çevre Platformu’nun bileşenlerinden Muğla Mimarlar Odası’nın 26 Eylül 2017’de Gökova Paftasının onaylanmasına karşı İdare Mahkemesine dava açtığını da son bir not olarak belirtelim.
Bodrum toplantıda tüm bu konularla ilgili sorular yöneltildi. Her biri
ayrı birer başlıkla değerlendirilmesi gereken ağırlıkta. Bu yazıda yalnızca TVK yetkililerinin doğal sitlerin yeniden
değerlendirilmesini dayandırdıkları temel argümanlar üzerinde duracağız. Bu
argümanlar şunlardı:
Özel Çevre
Koruma Bölgeleri hiçbir bilimsel çalışmaya dayanmadan belirlenmiş. Bunun
sonucunda birçok vatandaş mağdur olmuş, 1. Derece Doğal Sit Alanı içinde kalan
yerleşimlerde vatandaş evine çivi çakamaz hale gelmiş. Biz şimdi bu işi
bilimsel temellere dayandırarak yaptık, böylece vatandaşların mağduriyetini
gidereceğiz.
Bakanlığın şimdi bilimsel temelde yapıyoruz dediği çalışmayı bir
gayrımenkul şirketine ihale ile “hizmet alımı” şeklinde yaptırması, bu
gerekçeyi “temelden” yerle bir ediyor. Bu şekilde yapılan bir “bilimsel
çalışma”yı hiçbir yurttaşın aklının, vicdanının kabul etmesi mümkün değil. Bilimsel çalışmanın yapıldığı yörelerde
hiçbir vatandaş bu bilim insanlarının sahada çalışmasına, yöre halkıyla görüştüğüne
şahit olmuş değil. Toplantıda bu bilim insanlarının ne zaman, hangi bölgede, hangi
çalışmayı yaptığının yol konaklama faturları ile belgelenmesi talebi
sessizlikle karşılandı.
Bu gerekçeyi çürüten diğer gerçeklik ise ebette bilimsel raporun
kamuoyuna açıklan(a)mış olması. Açıkça bunun bir “devlet sırrı” olup olmadığı
soruldu. Verilen cevap ilginçti; ”Her evin içinde özel konular olabilir. Siz
evinizi herkese açar mısınız?”
Yani tüm yurttaşların söz hakkının olduğu kamusal alanlarda ne
yapılacağının devletin iç işi olduğu, halkın, yurttaşların orada yerinin
olmadığı ima ediliyordu. Ama aynı yetkililer ”katılımcı bir şekilde” sözünü çok
sık tekrarladılar. Örneğin bu bilgilendirme toplantısı bir katılımcılık
göstergesiydi. Özet olarak Devletin aklında katılımcılık, işler olup bittikten
sonra bilgi verme ile sınırlıydı. Katılımcıların
hatırlattığı; “Bilgi Edinme Yasası”, tüm bu çalışmaların temeli olan
“Uluslararası Barselona Sözleşmesi” gereği çevre ile ilgili karar alma
süreçlerine yerel aktörlerin etkin katılım hakkı gibi konuların bir önemi
yoktu. BİMER üzerinden talep edilmiş olmasına rağmen raporun neden
paylaşılmadığı sorulduğunda ise; “isteyen dava açabilir, mahkeme uygun görürse
o kişi ile paylaşılabilir” denildi. Evet, dava süreci başladı, bakalım
mahkemeler ne diyecek bu konuda..
Sayın Genel Müdür Kemalettin Tekinsoy’un “bunlar ayrıca çok
bilimsel konular, anlamak uzmanlık ister, biz raporu paylaşsak ne olacak ki,
bunları siz nasıl anlayacaksınız?”
şeklindeki cevabı ise en hafif deyimi ile halkın bilgisini “küçümseme”
içeriyordu. Bu söz, salonda bulunan ve yıllardır bölgede birçok ekoloji temelli
çalışmanın içinde yer almış sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin tepkisine
yol açtı.
Özel Çevre Koruma (ÖÇK) Alanlarının hiçbir bilimsel çalışmaya
dayanmadan ilan edilmiş olduğu konusu da ilginç. Bakanlığın böyle bir iddiası
varsa ve üstelik temel argümanlarından birisi ise bunu belgeleriyle ortaya
koyması gerekirdi. Ancak, ilan edildikten sonra bu bölgelerde çok sayıda
bilimsel çalışma yapılmış, biyolojik açıdan zenginliği saptanmış, endemik ve
tehdit altındaki türler belirlenmiş. Nasıl bir tesadüf ki, "rastgele"
belirlendiği iddia edilen ÖÇK Alanlarının bilimsel olarak aslında son derece
zengin eko-sistemler olduğu saptanmış bu bilimsel çalışmalarla. Üstelik bu
projelerde, bizzat ÖÇK Kurumu'nun ortaklığında ulusal ve uluslararası kuruluşlar,
üniversiteler, uzman kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, yerel halk
paydaş olarak yer almış. Üstüne üstlük, bu alanların eko-sistemlerinin korunacağı
uluslararası sözleşmelerle de taahhüt edilmiş (Barselona, Bern, Rio).
Sonuç olarak, daha önce belirlenen doğa koruma
alanları ile ilgi bilimsel çalışma yapılmadığı gerekçesi doğru değil. Bu çalışmaların birçoğuna Muğla Çevre Platformu’nun elektronik
kitaplığından ulaşmak mümkün. Bunların ve daha fazlasının ÇŞB’nin kendi
arşivinde de olduğunu sayın yetkililere hatırlatmakta yarar var.
Okluk Cumhurbaşkanlığı Konutu İnşaatı |
Vatandaşın “çivi çakamama” sorunun çözüldüğü gerekçesine
gelirsek, bunun mevzuatta özel bir
düzenleme ile çok daha kolaylıkla halledilebileceğini düşünüyoruz. Bunun için olağanüstü büyüklükteki koruma
alanını, içinde hiçbir yerleşim yeri barındırmayan, sulak alanları, meraları,
ormanları, zeytinlikleri, bakir koyları, kıyıları, hassas eko-sistemleri
yapılaşmaya, insan baskısına açarak değil. Vatandaşın çivi çakabilmesini
sağlama gerekçesi ile doğa koruma alanlarının neredeyse tamamı bölge dışından
gelecek yatırımcılara, ranta, Okluk’ta olduğu gibi “saray” inşaatlarına
açılıyor. Artık “vatandaş” çivi
çakabilecek, ama gelecek kuşaklar beton yiyecek.
Doğa
Koruma Alanlarının sınırları doğal eşikler dikkate alınmadan, adeta cetvelle
çizer gibi belirlenmiş. Biz şimdi doğal eşikleri gözeterek sınırları yeniden
belirledik.
“Doğal eşikler”, yani doğal bütünlük arzeden coğrafi yapıların
bütün halinde dikkate alınarak yapıldığı iddia edilen değişikliklerin neler
olduğunu Ekolojik Temelli Bilimsel Rapor
“sır” olduğu için bilemiyoruz. Görmediğimiz,
bilmediğimiz bir çalışma üzerinden yorum yapmak güç. Ancak, her ne kadar
düzeyinin yetmeyeceğini düşünse de, yıllardır yaşam alanlarını korumak için sahada
çalışan, ekoloji alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin,
üniversitelerin, bilim dünyasının diğer üyelerinin bilgisi Sayın Genel Müdürün
düşünebileceğinin çok üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazıda diğer
konulara girmeyeceğimizi söyledik ama bu raporun kamuoyu ile paylaşılmasının herşeyden
önce bir yasal zorunluluk olduğunu bir kez daha hatırlatalım.
Şimdi “cahil cesaretimizle”, doğal eşikler gerekçesinin de
temelsiz olduğunu, askıya dahi çıkarılmadan onaylanan Gökova Paftasına bakarak bir
örnekle göstermeye çalışalım. “Bakarak” diyoruz, çünkü ortada incelenecek bir bilimsel
rapor filan yok, sadece yeni sınırları gösteren bir “jpeg” formatında bir resim
var.
Onaylanan Gökova Paftası |
2009 yılında tamamlanan SMAP III Gökova Projesi’nin bilimsel
raporlarında (bkz. Gökova İç Körfezinde
Tarımsal ve Ev Kaynaklı Kirlilik) tam da sayın yetkililerin söylediği gibi bir
doğal eşik irdelemesi var. Gökova Ovasını sulayan Çay Deresi’nin su havzasından
bahsediliyor. Bir kısmı ÖÇK Bölgesi sınırları dışında kalan Çay Deresi
havzasının aslında doğal bir bütünlük arzettiği, su havzasının gıda ve çevre güvenliğinin
sağlanması gerektiği, bunun için de su yönetimi yapılmasının gerekli olduğundan
söz ediliyor. Gıda ve çevre güvenliğini sağlamak için havza
yönetimi anlayışıyla yer altı ve yer üstü su kirliliği izleme çalışmaları
yapılması gerektiği, Gökova ÖÇK
Bölgesinin sınırının hemen dışında yer alan taş ocaklarının faaliyetlerinin
Gökova ÖÇK Bölgesine zarar verdiği, bunların faaliyetlerinin durdurulması
gerektiği bu raporda yer alıyor (bkz
a.g.e, sayfa 41)
Eğer bu bilimsel çalışma dikkate alınmış olsa idi, Gökova ÖÇK
Bölgesi sınırının “doğal eşik” kriterine uygun olarak tüm Çay Deresi havzasını
koruyacak şekilde genişletilmesi, taşocaklarının faaliyetlerinin de
durdurulması gerekirdi. Ancak onaylanan düzenlemenin “fotoğrafına” baktığımızda bunun olmadığı gibi, tam tersine bu bölgenin koruma
statüsünün tamamen kaldırıldığını görüyoruz. Yani bırakın su havzasının bir
bütün olarak korunmasını, Çay Deresi Havzası ile birlikte Gökova Mahallesi ekolojik değer olmaktan tamamen çıkartılmış ! Sitlerin yeniden değerlendirilmesi", bu bölgede adeta zeytinlikleri, ormanları, su havzasını yok eden taş ocaklarına hayat öpücü olmuş. Kimse ekolojik temelli filan demesin, açık bir şekilde rant temelli bir doğal eşik çalışması yapılmış. Ekolojik Temelli
Bilimsel Raporu göremediğimiz için bu “ayarlamanın” nasıl temellendirildiğini bilemiyoruz. Eğer bu süreçte, ta en başta, biz cahilleri de sürece katmış olsalardı
naçizane bunları kendilerine anlatırdık. Daha doğrusu hatırlatırdık, zira o
raporların altında Bakanlığın imzası var (o zamanki ÖÇKK) !
Eskiden
koruma alanları 1., 2. 3. Derece şeklinde ifade ediliyordu. Bu da uluslararası
terminoloji ile uyuşmuyordu, uluslararası toplantılarda sorun yaşıyorduk. Şimdi
terminolojimizi uyumlu hale getirdik. Artık "Mutlak Korunacak Hassas
Alan", "Nitelikli Koruma Alanı", "Sürdürülebilir Koruma
Alanı" tanımlarını getirdik. Ama burada tanımların bire bir
değiştirilmesi söz konusu değil. 1. Derece Sit Alanlarını Nitelikli Koruma
Alanı yaptık. İzin verilen faaliyetler bakımından kıyaslandığında
Nitelikli Koruma, eskinin 1. Derecesine karşılık geliyor. Böyle bakıldığında
biz aslında koruma alanlarının sınırlarını azaltmadık, genişlettik.
Terminoloji değişikliğine bir itirazımız yok, daha net ifade
edilen tanımlar elbette getirilebilir. Ancak, uluslararası anlamda üzerinde
uzlaşılmış koruma statüleri söz konusu değil. Her ülkenin kendince farklı
mevzuatı ve kategorlieri var. Ama doğanın, biyolojik çeşitliliğin korunması
konusunda uluslararası sözleşmelerle ortak hedefler ve stratejiler
belirlenmiştir. Aslolan altına imza attığınız bu sözleşmelerin gereğini
samimiyetl yerine getirip
getirmediğinizdir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın uygulamalarına, hükümetin
muhtelif torbalara sokuşturarak birbiri ardına gündeme getirdiği doğayı talan
yasa tasarılarına baktığımızda böyle bir samimiyetten söz edebilir miyiz?
Şimdi iki cümle ile de koruma kategorilerinin tanımlarına
değinelim. Yeni getirilen tanımlar
sanki eskilerine bire bir
karşılık geliyormuş algısı oluşturulup sonra aşağıya doğru “kaydırma” yapılıyor.
Örneğin, 1. Dereceye karşılık olarak getirilen “Mutlak Korunan Hassas Alan”
tanımı öncekine göre bir parça daha iyi
koruma getirdiği söylenebilir. Ama eskinin 1. Derece Doğal Sit Alanlarının
tamamı bu yeni statüye alınırsa ! Ne yazık ki öyle yapılmıyor, eskinin 1.
Derece Doğal Sit Alanlarının çok büyük bölümü “Nitelik Koruma” veya “Sürdürülebilir Koruma” statüsüne alınıyor.
Daha da vahimi, tamamen koruma dışına çıkarılıyor !
Özetle; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkililerinin Doğal Sit
Değişikliklerini dayandırdıkları temel
argümanlar neresinden tutulsa elde kalıyor.
Şu da gün gibi ortada ki; yetkililerin sıklıkla tekrarladıkları “bilimsellik”, “ekolojik”, “şeffaflık”,
“katılımcılık” gibi kavramların
içleri boş. Yetkililer nedense “hesap verebilirlik” kavramını pek
telaffuz etmiyorlar ama demokrasinin temel değerlerden birisi olarak onu da biz
eklemiş olalım.
Hükümete
şu çağırıyı yapıyoruz:
Eğer taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler gereği olarak
biyolojik çeşitliliği koruma konusunda samimi iseniz;
- ÇŞB’nin ülke genelinde yürüttüğü Sit Alanlarını Yeniden Değerlendirme çalışmaları durdurun.
- Önceki mevzuata göre “1. Derece Sit Alanı” olan bölgeler yeni mevzuata göre “Kesin Korunacak Hassas Alan” olmalıdır. Bu değişiklik,” Yeniden Değerlendirme” adı altında hiçbir gerekçe ile koruma alanı kapsamı düşürülmeden uygulanmalıdır.
- Doğa Koruma Alanlarının sınırları “Doğal Eşikler” dikkate alınarak yerel halkın ve sivil toplum örgütlerinin katılımı ile yeniden değerlendirilmelidir.
- Doğa koruma alanları üzerinde birbirinden bağımsız olarak tasarrufta bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın çalışmaları en kısa zamanda eşgüdümlü hale getirilmeli, yetki karmaşası giderilmelidir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın yürüttüğü Natura 2000 projesi kapsamında biyolojik çeşitlilik envanteri oluşturma çalışmaları devam ederken ÇŞB’nin aynı alanlarla ilgili ne idüğü belirsiz ekolojik çalışmalara dayanarak sit değişikliklerine gitmesi kabul edilemez bir eşgüdüm sorunudur.
- Avrupa Birliği Çevre Mevzuatı (Natura 2000, Biyolojik Çeşitlilik 2020 Stratejik Hedefi), Barselona, Rio, Bern, Aarhus Sözleşmeleri (AB adaylığı üzerinden dolaylı taraflık) ve ek protokollerinin gerekleri yerine getirilmelidir. Doğanın ve biyolojik çeşitliliğin daha iyi korunabilmesi ve yönetilebilmesi için kurumların yapıları ve yasal mevzuat güçlendirilmelidir. Şeffaflık ve karar alma süreçlerine halkın katılımı temel ilkeler olmalıdır.
Serdar Denktaş
Gökova Ekolojik Yaşam Derneği Başkanı
Muğla Çevre Platformu – Bilim Komisyonu Üyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder