Sayfalar

5 Kasım 2011 Cumartesi

Hesabı Kim Ödeyecek ?

Geçen ay paylaştığım Gurur Çukuru başlıklı yazıma gelen bir yorumda sorulan soruyu çoğaltarak tüm Akyakalıların kendine sorması gerekiyor. Soru şuydu; Belediyeye usulsüz uygulaması nedeni ile devlet tarafından ceza kesilirse bu cezayı belediye mi (Akyakalılar) ödemeli yoksa usulsüz uygulama kararını veren belediye başkanı mı? Maliye (devlet) Akyaka Belediyesine Maliyeye ait alanda usulsüz otopark, açık hava sineması ve umumi tuvalet işletmesi nedeni ile ceza kesmiş, Belediye Başkanı Ahmet Çalca’nın kendi ifadesine göre 400.000 TL ! Ahmet Çalca’nın bundan dolayı Maliyeye kafası fena bozulmuş ve ondan intikam almak için Maliyenin imara aykırı yaptığı bir binayı yıktırmış. Yıkılan binanın yerinde kocaman derin bir çukur açılmış ve bu çukur da belediye başkanının keyfince kapattırılmayarak aylarca Akyakalılara adeta bir cezaya dönüşmüş.

Maliyenin usülsüz işler yaptığı için belediyeye para cezası kesmesi ne kadar normal ise belediyenin de imara aykırı bir binayı yıkması o kadar doğal. Yani burada intikam almayı gerektiren bir durum yok aslında. Bu cezanın sonucu olarak belediyenin bütçe dengesi iyice bozulmuş. Ödenemeyen bu ceza nedeni ile Akyaka Belediyesinin zaten pek iyi olmayan kredibilitesi Akyakalılar için utanç verici bir düzeye inmiş durumda. Belediyenin ödenmemiş borçları yüzünden Güney Ege Kalkınma Ajansının kaynaklarından yararlanmak üzere proje başvurusunda bulunamıyor olması da cabası.

Yerel seçimlerde oylarımızla seçerek işbaşına getirdiğimiz yöneticiler (başkan ve belediye meclisi üyeleri) vatandaşın belediyeye ödediği her kuruş verginin vatandaşa yeniden hizmet olarak dönmesi için bütçeyi çok iyi yönetmekle yükümlüdürler.  Bu anlamda da belediye yönetiminin her türlü bütçe harcamasından  vatandaşa hesap verebilir durumda olması gerekir.

Soruyu daha somutlaştıralım: Bir belediye başkanının vatandaşın parası ile usulsüz faaliyetlerde bulunma keyfiyeti var mıdır ? Bu usulsüz faaliyetlerin kararı alınırken belediye meclisi üyelerinin tavrı ne olmuştur ? Karar oy birliği ile mi alınmıştır? İtiraz eden üye olmuş mudur, olduysa gerekçesi neydi ? Bu soruları sorduğumuzda aslında sorunlu başka bir alana giriyoruz : şeffaflık. Meclis toplantılarında alınan kararlar, toplantı tutanakları halka açıklanmadığı için bu soruların cevabını bilemiyoruz.

Ve asıl soru : yöneticilerin keyfiyeti, görevi kötüye kullanmaları ya da iş bilmezlikleri sonunda uğranan zararların, kesilen cezaların muhatabı kimdir ? Adalet duygusunu henüz yitirmemiş vatandaşların bu soruya cevabı, zarara kim yolaçtı ise hesabı onun ödemesi gerektiği şeklinde olacaktır.

“Hesap verilebilirlik” konusuna yalnızca yöneticiler açısından bakarsak sorunu eksik irdelemiş oluruz. Konunun bir de” hesap sorma” boyutu vardır ve ikisi birbirini gerektirir. Yani vatandaş hesap soruyorsa hesap verme gündeme gelir. Peki  biz hesap soruyor muyuz? Akyakalılar kendilerine yüklenen bu cezanın hesabını ilgililerden soracak mı ? Soracaksa nasıl ? 

Ülkemizde ne yazık ki yasal mevzuat kamu yöneticilerinin keyfiyeti sonucunda oluşan zararlarının sorumluları tarafından tazmin edilmesine izin vermiyor. Çünkü anayasal düzenimiz vatandaş odaklı kurulmadığı için kanunlar da vatandaştan ziyade kamu görevlilerine adeta koruma kalkanı görevi görmektedir. Böyle olunca da kamu yöneticilerinin yolaçtığı zararları genellikle vatandaş ödüyor. Seçilmiş yöneticilerin kötü yönetimlerinin hiç değilse siyasi olarak hesabını vermesi  beklenebilir; mesela istifa etmek gibi. Demokrasinin bizden daha iyi işlediği dünyada bu böyledir. Ortada bir kamu zararı varsa hukuksal süreçler beklenmeden sorumlular derhal görevden çekilir. Seçilmişler seçmenlerine karşı bu sorumluluğu taşırlar. İstifa, medeni dünyada utanılacak bir davranış değildir,  aksine insana yaşamının sonraki döneminde diğerlerinin yüzüne bakabilme gücü veren soylu bir davranıştır. 

Katılımcı demokrasinin işlediği toplumlarda karar alma süreçlerine sivil toplumun katılımı ne kadar genişse yöneticiler uygulamada kendilerini o derece güçlü hissederler. Çünkü kararların arkasında güçlü bir halk desteği vardır. Ama yöneticiler elbette alınan  kararların en iyi şekilde uygulanmasından sorumludurlar ve bu noktada hesap verme sorumlulukları devam eder. Bu yüzden ilgilerini hizmet kalitelerini yükseltmeye yöneltmek zorundadırlar. Yöneticilerin liderlik ve planlama becerileri  öne çıkarken, kurumsal kapasitenin sürekli geliştirilmesine, “öğrenmeye” yoğunlaşmaları da zorunludur. Ancak bunları başarabilen yönetimler kaynaklarını en iyi şekilde kullanarak halkın yaşamına olumlu katkı sağlayabilirler. Kısacası, yaşam kalitesinin arttırılabilmesi için katılımcı demokratik bir yönetim anlayışının hayata geçirilmesi şarttır.

21. yüzyılda temsili demokrasi artık yerini katılımcı demokrasiye bırakıyor. Yaklaşık doksan yıldır yönetim şekli cumhuriyet olan ülkemizin yönetim kültüründe ise ne yazık ki hala “saltanat” geleneği güçlü bir şekilde devam ediyor. Yöneticiler seçimle işbaşına geliyor olsa bile yasalarımız yöneticileri yönetim etiğinden (şeffaflık, hesap verilebilirlik, katılımcılık) söz etmeyi anlamsız kılan yetkilerle donatıyor.  Böyle olunca da kötü yönetimin açıkça ortaya çıktığı durumlarda istifa mekanizması devreye giremiyor, yöneticiler için  “pişkinlik”, vatandaşlar için de “katlanma” güçlü gelenekler olarak devam ediyor.

Yaşam kalitemizi yükseltmek istiyorsak hızlı bir değişim sürecinden geçen dünyanın bir parçası olarak Türkiye de vatandaşların yönetimde daha fazla söz sahibi olduğu dönüşümü gerçekleştirmek zorundadır. Akyaka’da ve Türkiye’nin her yerinde vatandaşlar olarak sürekli hesabı ödeyen taraf olmaktan kurtulmak için bunu başarmalıyız.

Serdar Denktaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder