12-14 Ocak 2013
tarihli gazeteler Belediye Başkanı Ahmet Çalca’nın şu sözlerine yer verdiler:
“[…] Büyükşehir Yasası ile beldelerinin Ula
ilçesine bağlı bir mahalle haline geleceğini, bu nedenle bazı endişelerinin
bulunduğunu belirten Çalca, ''Gökova Körfezi'nin kıyısında yer alan ve aynı
zamanda Sakin Şehir unvanı bulunan, pek çok kararla koruma altında tutulan
Akyaka'nın ve Gökova Körfezi'nin geleceğini garantiye almak için UNESCO'ya
başvuracağız. UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde Akyaka'nın Gökova Körfezi ile
yer alabilmesi için gerekli endemik bitkilere, kum köpek balığına, su samuruna,
Akdeniz foku gibi nesli tükenmekte olan hayvanlara, kuş türlerine, Sedir Adası
kumsalına, tarihi ve kültürel özelliklere sahibiz''
“…
Akyaka aynı anda Mavi Bayrak sahibi ve
Türkiye’deki 5 sakin kentten (Cittaslow) birisi. Nail Çakırhan evleri ve
azmakları ile ünlü Akyaka aynı zamanda Doğal SİT, Kentsel SİT, Arkeolojik SİT
kararları ile koruma altında. Ayrıca Özel Çevre Koruma Bölgesi. Böyle bir yerin geleceğinden kaygı duymamak
gerekir, ama yasalar, kararlar yetki sahiplerinin, uygulamacıların ellerinde
bir anlam kazanır. O nedenle Akyakalılar olarak beldemizi ve bölgemizi
nasıl korumaya devam edebiliriz endişesi ve arayışı içine girdik. Amacımız
Akyaka ve çevresini gelecek kuşaklara korunmuş olarak aktarmak. Akyaka’nın
doğal doğası ile, tarihi ile, biyolojik çeşitliliği ile korunabilmesi için
UNESCO’ya başvurup, Dünya Mirası listesinde yer almasını sağlamak istiyoruz.
…” (www.aydin24.com/akyakalilar-beldenin-dunya-mirasi-olmasi-icin-to...)
Gerçekte Akyakalılardan çok,
Başkanın parti örgütünden katılımcılara hitaben söylenen bu sözler, samimiyeti
bakımından inandırıcı olabilseydi keşke!
Çünkü konuşulan “söz”ler sadece, konuşanların eylemiyle de tutarlı ise
gerçek söz oluyor ve anlam taşıyor.
İnandırmıyor, çünkü bu sözler, üç gün
önce Akyaka’nın gözbebeği Kadın Azmağı kıyısındaki 150 dönüm sazlık alanı ve
içindeki canlı yaşamı yok eden yangın için basına "Tek tesellimiz can
kaybı olmaması" demeci vererek, insan türü dışındaki doğal yaşama içinde
zerre kadar saygı, sevgi ve birliktelik duygusu beslemediğini kanıtlayan aynı
Belediye Başkanına ait… Belediyelerin en
temel ve eski görevlerinden biri olan yangın söndürme işinde bile yeterli
donanımı kuramamış; ama örneğin son bir-iki aydaki uygulamalarında, aynı Azmak
içine iş makineleri ve kepçe ile dalıp, kıyısında ve Kale çevresinde doğasıyla
uyumlu yürüyüş yolları yerine sadece araç trafiğini artırıp hızlandıracak 17
metre genişliğinde yollar yapmak için hem Azmak’ı doldurmaktan, hem de orman ve
ağaç dokusunu yok etmekten çekinmeyen bir icraatın sahibi Belediye yönetimine
ait… Evet, Akyaka’nın geleceği için hatta bugünü için kaygı duyuyoruz; çünkü
belde sakinlerince aktif olarak seslendirilen bu kaygıya kulak tıkayan Başkanın
da dediği gibi, “yasalar, kararlar yetki sahiplerinin, uygulamacıların
ellerinde bir anlam kazanı(yo)r.
Şimdi, örneğin 2011 yılında Yavaşkent (Slowcity) adını
aldıktan sonra onun gereklerini yerine getirme yönünde Belediye’nin gerçek
hiçbir çaba göstermeyip (gösterenleri de engelleyip), tersine “yavaşkent”
düşüncesiyle hiç uyuşmayan ve Akyaka’nın doğasının hızla bozulmasına, beldenin
geçmişte nitelikli turistleri kendine çeken özgün kimliğinden uzaklaşıp
(hızlanan iç-içe yapılaşma ve araç trafiği, orman içine yapılan araç yolları,
peşpeşe açılan süpermarketler, tarımsal üretimden ve kendi mutfak kültüründen
kopuş, vb ile) sıradanlaşmasına yol açan uygulamalar sırasında bu “ad”ın sadece
bir tanıtım markası olarak kullanılması sürecine bakınca … Bütün bilimsel ve
samimi uyarılara rağmen, sözüm ona turizmi geliştirmek adına bugünkü kısa
vadeli kazançların, beldenin geleceğinde nasıl geri dönülmez kayıplara gebe
olduğu görülemiyorsa… Kimse kusura bakmasın; aynı zaman diliminde yapılan bu
konuşmalar, içinde aktarılan bilgilerin ve biyolojik çeşitlilik gibi kavramların gerçekte
hiç kavranmamış ama gerektikçe satılmak üzere ezberlenmiş bir yatırım malzemesi
yapıldığını düşündürüyor.
Bölgenin, beldenin sakinleri olarak Belediye Başkanına
sormak gerekir:
“Yavaşkent” adımız kâğıt üzerinde kaldı; kâğıt üzerinde bir
“Kent Konseyi”miz var (2 yıl önceki son Genel Kurul öncesi yapılan üyelik
başvuruları bile beklemede); kâğıt üzerinde bir de “Sakin Kent Derneği”miz
oldu, ayrıca yine kâğıt üzerinde “Dünya Mirası Kenti” sayılsak gerçekte ne fark
eder? Doğal, tarih ve kültür mirasımızı belde
yönetimi ve halkı olarak biz kendimiz sahip çıkıp korumuyorsak, bize rağmen,
hangi uluslar arası örgüt nasıl koruyabilir ki?
Bu UNESCO başvurusu da, Akyaka halkını bezdiren mevcut
icraatı bu kez bütün Gökova Havzasına yaymanın aracı mı yapılmak isteniyor ve
bunun için mi yetki isteniyor yoksa?
Şahsen ben, önceki her iki yerel seçimde oyumu verdiğim bu
Belediye Yönetimine, özellikle doğayı tahrip eden son uygulamaları nedeniyle;
ve en azından mevcut çevre koruma mevzuatının işletilmesi ve geliştirilmesini,
belde halkının topyekun gelişmesi yararına hizmet edecek farklı uygulamaları
savunan belde sakinlerine -işine gelmediği için- “dağdan gelenler” diyerek
kışkırttığı yerli-yabancı ayrımcılığı yüzünden, inancımı kaybettim.
Yine de dileğim o ki, yapılan yanlışlar çok geç olmadan
idrak edilir ve durdurulur, beldede farklı bir turizm ve gelişim politikasını
birlikte geliştirmenin önü açılır ve belde/ bölge sakinleri ile gerçek bir “söz
ve eylem bütünlüğü” kurulur.
Bu sizce naif bir dilek midir? Ya da öyle kalmaması için,
verili duruma/ koşullara teslim olmadan onu değiştirmek için, sizce ne yapmak
gerekiyor?
İmkânsız görünenin düşünü kurmak, bunun “söz”ünü yani
felsefesini ve program-planını birlikte tasarlamak, bu inançla
emek-zaman-enerjimizi birleştirmek olabilir mi, ne dersiniz?
Serap Özdeniz