“Eşimi seve seve öldürdüm. Pişman değilim. Boşandığı kişiyle görüşmeye devam ediyordu.”
Öyle sanıyorum dünyanın hiçbir yerinde
böyle bir gerekçeyle cinayet işlenmez. Adam öylesine pişkin ki, pişman
olmadığını söylüyor. Daha da ilginci “
seve seve öldürdüm” diyor.
Her gün benzeri bir dolu olayın
yaşandığı, kadına şiddet uygulamalarının her geçen gün daha da arttığı
ülkemizde insanlar neyi, kimi, nasıl severler ve sevdiklerini nasıl öldürürler,
yeniden ve toplumun her kesiminde sorgulanması gerekir diye düşünüyorum.
Çünkü
Türkiye de insanlar çok sevdikleri için öldürüyorlar çoğu zaman. Bazan da
öldürmekten beter ediyorlar.
Geçmişte uğruna ölümleri göze aldığımız
kişi ya da örgütleri, değerleri en küçük bir yanlışını gördüğümüzde yerden yere
vuruyor, öldürmekten beter ediyoruz. Kaldı ki yanlış olduğuna da kendimiz karar
veriyor, hiçbir araştırmaya, sorgulamaya gerek duymadan yargısız infazı
gerçekleştirebiliyoruz.
Çocuklarımızı çok seviyoruz, onları
özgür bireyler olarak yetiştirmek yerine kendimize benzetmeye çalışıyoruz.
Eşlerimizi
çok seviyoruz, onlara hayatı zindan etmekte üstümüze yoktur. Sevgililerimize
tahakküm etmekten vahşi bir zevk alırız.
Hayvanları sevdiğimizi sanırız, aslında
sevdiğimiz kendi egolarımızdır, öyle olunca da canımız sıkıldığında o güzelim
kedileri, köpekleri sokaklarda bırakıp gideriz.
Sözde doğaya vurgunuzdur ama onu korumak
için kılımızı kıpırdatmadığımız gibi özel zevk ve hobilerimiz, rahat ve
çıkarlarımız için gerektiğinde onlara en büyük zararı yine bizler veririz.
Yaşadığımız yerleri hepimiz çok severiz
ama buraları daha yaşanır kılmak, güzelleştirmek, çağdaş, temiz ve düzenli bir
kent haline getirmek için görev almaktan ısrarla kaçarız.
Ülkemize tutkunuzdur ama o “ çok sevdim, öldürdüm” diyen çılgın aşık
gibi ne doğasına, ne kültürel değerlerine, ne tarihine sahip çıkmayız. Sahip
çıkmayı da çoğu zaman, o şark kafasıyla ırza geçmek olarak algılarız.
Cumhuriyeti
çok severiz ama demokrasiyi asla!
Cumhuriyetin temel değerleri diye diye
demokrasiyi, özgürlükleri görmezden gelir, yenilenmeye, değişime karşı çıkarız.
İnsan hakları, eşitlik, adalet diye
ortalığa düşer ama kendimiz gibi düşünmeyen, bizim gibi giyinmeyen, bizden
olmayana düşman kesilir; fikirlerini yok etmeye, daha olmadı öldürmeye
kalkışırız.
Atatürk’ü
çok severiz, hatta taparız neredeyse ama yaptığımız her kötülüğü, her
çirkinliği onunla perdelemekten, kişisel hırs ve çıkarlarımız, siyasi
geleceğimiz için kullanmaktan geri durmayız.
Mustafa
Kemal bir zamanlar Mersin’ e yaptığı bir ziyarette vatandaşlara seslenirken
şöyle der.” Sevgili Mersin’liler, hanımlar, beyler; lütfen bu güzel kente
Mersin’e sahip çıkın.” Yıllar önce bir konferansta bir öğretim üyesi bu örneği
verdikten sonra söylemişti.”Bizim kültürümüzde sahip çıkmak ırza geçmektir,
Mersinliler de çok sevdikleri kentlerine sahip çıkacağız derken ırzına
geçtiler.
Tanrıya inanır, peygambere biat ederiz
ancak her fırsatta kendimize yeni peygamberler, tapınacak yeni tanrılar yaratırız.
Seve seve öldürme kültürü gelişkin bir
toplumda, bu kadar çok faili meçhul cinayetlerin, toplu katliamların,
işkencelerin ve de her fırsat bulduğunda darbe yapmaya yeltenen zalimlerin
olmasından daha doğal ne olabilir ki?
O
zaman da insanın “ne olur sevmeyin beni!” diyesi geliyor.
Eski eşiyle görüştü diye karısını
öldüren bir cani haberinden sonra sizde sizi çok sevenlere kuşkuyla bakmaz
mısınız?
Bu ülkeye kim ne kötülük yaptıysa sorun
ona, ülkeyi çok seviyordur. Sevdiğiniz ister çocuk, ister kadın, ister doğa ya
da hayvan olsun. Ve hatta önemsediğiniz değerler, uğruna hayatınızı feda
ettiğiniz idealleriniz, inançlarınız olsun, gün geliyor onları yine bizler
kendi ellerimizle öldürüyoruz.
Halkını çok sevdiği için onu
özgürlüklerinden yoksun bırakan, en doğal hak ve taleplerini yerine getirmeyi
siyasal hesapları için pazarlık konusu yapan politikacılar, ne olur sevmeyin
bizleri.
Artık sevilmekten korkar olduk!
Ayhan Ongun